Bugün Türkler arasında "Atatürk Arap kökenli eski yazıyı kaldırmakla iyi etmedi; atalarımızın geçmişte eski yazıyla yazdıklarını okuyamaz olduk; tarihimizden , kültürümüzden koptuk. Eğer Arap kökenli eski yazı kaldırılmamış olsaydı, atalarımızdan kalan yazılı belgeleri okuyup anlayabilirdik." diyenler vardır. Bunlar bilmiyorlar ki Arap kökenli eski yazıyı bilmekle atalarının yazdıklarını şıp diye anlamaları olanaklı değildir. Bugün eski yazı üzerinde yıllarca uzmanlık eğitimi görenler bile atalarımızın 'o yazıyla yazdıklarını şıp diye okuyup anlamıyorlar; okurken saçlarını başlarını yolup yine de anlayamadıkları sözcükler oluyor. Osmanlı'da toplumun ezici çoğunluğunun bile aydınların yazdıklarını şıp diye okuyup anlayamadığını bilmeyenler ya da bilip de unutanlar var. Atatürk'ün eski yazı denilen yazıyı niçin kaldırdığını kavrayamamış olanlar çoğunlukta. Bugünkü Latin kökenli Türk yazısını öğrenmek için çocukların okul çağma gelmesini bile beklemeye gerek yok; çünkü çocuk ,evinde oynarken bu yazıyı öğrenmektedir. Arap kökenli eski yazıyı öğrenmenin ise,öğreteni de öğreneni de uzun yıllar çitilediği apaçık bir gerçektir. Bunu sınamak isteyen ,doğrudan kendi kendine Osmanlı yazısı öğrenmeye bir soyunsun da başına neler geleceğini doğrudan kendisi yaşasın.
ATATÜRK dedi ki: Türk dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıyız.
Turgut Özal dedi ki: Dilimizde Arapça "muallim" varken niçin Türkçe "öğretmen"i kullanalım?"
Süleyman Demirel dedi ki: Öztürkçe işinde aşırıya gitmeyin! (Yani, demek istiyor ki; Türkçe "bunun üzerine" demek yerine Arapça "binaenaleyh" dersek, Adriyatik'ten Çin Denizi'ne dek bütün Türkler anlar…)
Zülfü Livaneli dedi ki:
Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak imkânsızdır; teslim olalım.
T.D.K. Başkanı Prof. Dr. Hasan Eren dedi ki:
Her ulusun dilinde bizim dilimizdeki kadar yabancı kelime var. Bunu "karşılıklı alışveriş" sayıp böylece kabul etmek gerekir. Türkçeleştirmede aşırıya gitmeyin.
Türkçe sözcüklerin Tanrı'yı ululamakta yetersiz olduğu savı da çürüktür. "Allahu ekber" deyiminde geçen "ekber" sözcüğü, Arapçada yalnızca kutsal bir büyüklüğü göstermekte kullanılan dine özgü bir deyim değildir. Araplar"ekber" sözcüğünü gündelik toplama çıkartma işlemlerinde, söz gelimi 4 sayısının 3 sayısından
Yolda yürürken yerde Arap yazısı ile yazılmış bir kağıt görünce bunu saygıyla yerden kaldırıp yüksekçe bir yere kaldıran kişi; aynı saygılı davranışı öteki yazılar için göstermiyorsa yanılır. "Arap yazısıdır," diye yerden kaldırıp yüksekçe bir yere koyarak korumaya çalıştığı o kağıtta sövgüler yazılı olabileceği gibi; Çin yazısı diye çöpe attığı kağıtta Tanrı sözleri yazılı olabilir.
Evet, Tanrı son elçisini Araplardan değil de İngilizlerden seçip, son bildirgesini Arapça değil de İngilizce yapsaydı; Türklerin bu kez de İngilizceyi kutsallaştırmaları, Türk dincilerinin kendilerini din bilgini olarak yutturma çabasıyla, yazılarını sözlerini bol bol İngilizce sözcüklerle doldurmaları söz konusu olacaktı. Şimdi karşılaştığımız pek çok Arapça kökenli Türk adları, böylesi bir durumda hep İngilizceden devşirme olacak; "Fethullah" yerine "Open of God", "Nureddin" yerine "Light of religion", "Carullah" yerine "Neighbour of God", "Necmeddin" yerine "Star of religion" gibi adlar verilecekti Türk çocuklarına...
Kişiler, bugün yaptıkları yarın kendilerini kuşatacak varlıklardır. Bugün bir yanlış yaparsanız, yarın o yanlış sizi kuşatacaktır; bugün bir doğru yaparsanız, yarın o doğru sizi kuşatacaktır. Tıpkı bir koza gibi, salgınızla sarmalanırsınız.
Aydınlanma da, kararma da, dilden geçer. Çünkü düşünce ve dil birbirlerine kopmaz bağlarla bağlıdırlar. Biri kararınca öbürü de kararır; biri aydınlanınca öbürü de aydınlanır.