Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Dil ve Din Gönderileri

Dil ve Din kitaplarını, Dil ve Din sözleri ve alıntılarını, Dil ve Din yazarlarını, Dil ve Din yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde 73 numara ile korunmakta olan Karahan Türkçesiyle yazılmış olan çevirinin neredeyse tamamen Öztürkçe olması, Türklerin benimsedikleri dinin kutsal kitabını kendi dillerine çevirip kabul ettikleri dini anlamaya önem verdiklerini gösteriyor.
Sayfa 259 - Payel YayınlarıKitabı okudu
Kurtuluş Savaşı'nda komutanların birbirlerine çektikleri telgrafların dili, Osmanlıcanın ağdalı bulanık sözcüklerine olabildiğince yer vermeyen, daha çok halkın kullandığı sözcüklerden oluşuyordu. Gerçekte Dil Devrimi, Kurtuluş Savaşı'nın dayattığı bir zorunluluk olarak, daha Kurtuluş Savaşı günlerinde başlamış bir girişimdir. Kurtuluş Savaşı önderleri, halkı savaşa sokabilmek için aydınların bile birbirini anlayamadıkları denli bulanık bir Osmanlıcayla seslenemezlerdi yığınlara. Eğer yığınlara Osmanlıca seslenselerdi, halkı kazanmalarının olanağı yoktu çünkü.
Sayfa 253 - Payel YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Atatürk'ün yalnızca konuşmakla yetinmeyip sözlerini çizimlerle, krokilerle pekiştirme gereği duyması, Osmanlıcanın o yıllarda artık iyice bulanık bir dil durumunda olmasından ve bu dille Kurtuluş Savaşı'nın gerektirdiği iletişimi yürütmenin çok güç olmasındandır. Bana karşı çıkan dinleyicinin, Osmanlıca çok gelişmiş, mükemmel bir dildi, saptamasına da katılmıyorum.
Sayfa 253 - Payel YayınlarıKitabı okudu
Atatürk, yalnızca Kurtuluş Savaşı günlerinde değil, daha 1916'da, Osmanlıca'nın kaypak, bulanık yapısından yakınıp tuttuğu günlüğe şöyle yazmıştır: "7 Teşrinisani 1332 Pazartesi (20 Kasım 1916) (…) Emirlerde "maksad"ın suret-i tebliği anlaşılmamıştır… "Gaye" ile "maksad" karıştırılıyor!… Bir de icra kumandanı, akıl kumandanı olacak!…" Atatürk, yakınında yer alan ve çok iyi Osmanlıca bilen icra kumandanına "gaye" ile "maksad"ı birbirine karıştırdığından dolayı işte böyle kızıyor. Onun günlüğünden bir aktarma daha yapalım: "9 Teşrinisani 1332 Çarşamba (22 Kasım 1916) (…) Talimnameden "marş"ı kaldırıp "yürü!" demeliyiz. Atatürk 1916'da Fransızca kökenli "marş" sözcüğünün kaldırılmasını, yerine Türkçe kökenli "Yürü!" sözcüğünün konulmasını önermiştir. Sanırım aktardığım bu küçük örnekler, Osmanlıcanın Osmanlı aydınları arasındaki iletişimde dahi sorun çıkaracak denli bulanıklaşmış bir dil olduğunu yeterince göstermiştir. Evet, Osmanlıca yalnızca aydın ile halkı birbirinden koparmakla kalmamış, aydın ile aydını da birbirini anlayamaz duruma düşürmüştür. Bu savımı Namık Kemal'in şu sözleriyle kanıtlayabilirim: "Bir günlük gazeteyi anlayabilmek için dahi seksen kere sözlüğe bakar olduk!"
Sayfa 252 - Payel YayınlarıKitabı okudu
"Zaman", batı dillerinde "krono" sözcüğüyle adlandırılan bir "soyut kavram adı"dır. Gelgelelim "krono" geyik boynuzu demektir. Geyikler her yıl yeni bir boynuz çıkarırlar. Bu nedenle "boynuz", "krono", zamana ad olmuştur. "Kronoloji" böyle türetilmiş bir sözcüktür. Biz Türkler dilimizde bulunan "boynuz" sözcüğünden "kronoloji" anlamına gelen bir sözcük türetmeyi beceremeyiz, ama batılılar pekâlâ "krono" (boynuz) sözcüğünden "kronoloji" yi türetebilmişlerdir. Uysa da, uymasa da!
Sayfa 247 - Payel YayınlarıKitabı okudu
Diyorlar ki, "Türkçe soyut kavram adları türetmeye yetmiyor, Türkçe yetersizdir." Bunu nasıl diyebiliriz? Neye dayanır bu sav? "Bizim dilimizde "vites" anlamına gelen yerli bir sözcük yoktur," diyorlar. Oysa "vites" Latincede "çubuk" demektir. Batılılar 2000 yıl önceki Latinlerin "çubuk" anlamına gelen"vites" sözcüğünü alıp, otomobillerin "vites"i, "çubuğu" anlamında kullanmışlardır. Gerçekte "çubuk" anlamına gelen "vites" sözcüğü, sözlükteki anlamıyla bugün ad olarak kullanıldığı otomobil parçasını bütünüyle tanımlamaya, anlatmaya, adlandırmaya yetmez; onu yalnızca "biçimi" yle tanımlamaya yeter. Ancak bilinmelidir ki, hiçbir dilde, hiçbir sözcüğün ad olarak verildiği nesneyi bütünüyle tanımlamaya yeter bir anlamı yoktur; verilen ad onun yalnızca bir yönünü dile getirebilir çok çok… Batılılar "vites" (çubuk) sözcüğünü bir otomobil parçasına gördüğü işlev bakımından "çubuk"la uyumsuz olsa da, biçimsel benzerlik açısından "çubuk" gibi olduğu için yakıştırmışlardır. Bizse, öz dilimizden sözcükleri, bırakalım soyut kavram adı olmaya, nesne adı olmaya bile yakıştıramaz durumdayız; ne gülünç.
Sayfa 247 - Payel YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Bir kişiye, bir yere, bir nesneye ad olarak verilen sözcüğün sözlük anlamının, ad olarak verildiği nesnenin, kişinin, yerin gerçek durumuna uygunluğunu gözetmek, yalnızca eski İbranilerde değil, bütün eski soylarda karşılaştığımız bir "ad koyma ilkesi"dir. Örneğin Moğollarda "Cengiz Han"ın adı, çocukluğunda "Cengiz" değil, "Temuçin"dir. Bu ad ona doğduğu yıl görülen ilginç bir olayın anısına verilmiştir. Ancak Temuçin büyür, egemenliği çok geniş alanları kapsayan bir hakan olur; öyle ki, ülkesinin bir ucu Hazer "denizi"ne, bir ucu Kara."deniz"e dayanır. İşte egemenliğinin sınırları "iki denize" dayandığı içindir ki, Temuçin'in adı bu yeni duruma göre değiştirilir; Temuçin atılır, yerine eski Türkçe "tengiz" (deniz)in Moğol dilindeki çoğulu "Cengiz" (iki deniz) adı verilir. "Cengiz Han" (İki denizin hakanı, denizler hakanı) demektir, ki adı durumuna uygun olmuştur.
Sayfa 245 - Payel YayınlarıKitabı okudu
Karısı doğurma özürlüymüş. 86 yaşına dek bir çocukları olmamış. Bu nedenle kendisine bir erkek çocuk vermesi için Tanrı'ya yalvararak, karısının da onayıyla ikinci bir kadın alıp yatıyor. Tanrı onun gece gündüz yalvardığını "işitip" ona ikinci karısından bir erkek çocuk bağışlıyor. O da, Tanrı yakarılarımı "işittiği" için
Sayfa 244 - Payel YayınlarıKitabı okudu
Sözgelimi, "el-küffar" sözcüğü, Kur'an'da on dokuz kez geçer. Bu sözcüğü on sekiz yerde "kâfirler" diye çeviren bir çevirmen, bir ayette tutup "çiftçiler" der… Neden? Çünkü geçmişte kendi mezhebinden biri çıkmış, o ayette geçen "el-küffar" sözcüğünün "kâfirler" değil de
Sayfa 242 - Payel YayınlarıKitabı okudu
Kur'an'da, namaza durmadan önce temizlenirken "başlarınıza MESH edin," denilmektedir. (Bkz: Ma- ide/6). "Mesh" sözcüğü Arapçadır ve Araplar için anlaşılmaz bir yanı olmaması gereken bir sözcüktür. Gelgelelim her biri Arap olan, anadili Arapça olan ve Hz. Muhammed'in ölümünden sonraki ilk yüz yıllarda yaşayan ilk
Sayfa 241 - Payel YayınlarıKitabı okudu
454 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.