YURTTAŞLARDAN BİR MÜZAKERE
Özgürlük isteğinin düşünme eyleminde yozlaşmanın bir sebebi olduğunu söyleyen antik gelenek, farklı yönelimlerden yoksun, uyum içinde yaşıyordu. Bu kavrayışa göre “sorgulama düşüncenin softalığıdır”. Çünkü yaşamın her safhası “özdeşlik” ilkesini seyreden bir yapıdaydı. “Düşünme” ile “varlık” arasında geçişlilikleri olmayan hiçbir mesafe yoktu. Ahlâkî tutum, tecrübeyle kazanılan bir süreç değil, bizzat “ortak iyi” anlayışının sembolüydü. Yurttaşların istisnalar da dahil şehir hayatında kurulan siyasetlerindeki iradesi yönetim iradesiyle örtüşebiliyordu. Günümüzün “otorite” çözümlemelerinden farklı olarak, yönetimi elinde tutan muktedir sınıf ancak “erdem”li olmanın gereğini yerine getirenlerden seçilirdi. Bu tür sayısız örneklerle kadim düşünce çelişkisiz bir topluluğu oluşturuyordu.
Modern düşüncenin alışkın olduğumuz iki yanlılıkları, genel bir kavrayışı yakalamakta zorlandığımız bölümlenmiş bir dünya tasarımı getirmiştir. Mac Intyre adalet üzerinde yoğunlaştığı çalışmasında, bilimsel teknolojik gelişmişliğin yok olduğu ve insanların eski birikimlerinden kopuk, teorik dağınıklık içinde, yeniden kurmaya çalıştıkları bir dünyayı hayal eder. Artık, geleneksel zihnî oluşumlar yerine, yıkıntılar arasında, bağlamları olmayan fragmanlar uçuşacaktır. Ona göre söz konusu olan birikimsel ilerleme değil ama moralite olursa, o zaman hayalî örneğin bir benzeriyle karşı karşıya bulunmadığımız görülecektir. Öyleyse alenî olanla mahrem olanın, rasyonel olanla akıldışının, insanî olanla karşıtının yer değiştirmeye çalıştığı gerilimli bir dünyada, nelerin kamusal nelerin özel olmasına gerektiğine ilişkin her tasarım kendinden yeterince emin görünmemektedir. Çalışmamız tümüyle bu sorgulamanın (devlet/toplum/ birey ilişkisinin) hazırlığıdır.
Kamusal alanla ilgili tartışmaların yapıldığı yerlerde ciddi bir temsiliyet meselesi kendini hissettirmektedir. Ancak sorunu salt temsiliyet ve katılım meselesine indirgediğimizde kamusal alanın sınırlarını baştan daraltmış oluruz ki, bu tehlikenin altını sık sık çizmekte fayda gördük. Öncelikle kültürel ve tarihsel krizlerin nedenleri etraflıca anlaşılmalıdır.
Diğer taraftan “Siyasal akıl üreten bir kamusal topluluk”tan söz ediliyor: Bu topluluğun “kamusal akıl yürütme”, muhalefet (sivil toplum), iletişim (iletilebilirlik), sanat, edebiyat, mekân, polemik, siyasal hiciv vb. iktidarı ayrıştırabilecek bu tür güçlü ve güvenilir araçları “doğrudan” kullanma salâhiyeti var mıdır?
Tekrar başa dönecek olursak, düşünme eyleminin yozlaşmaması ancak “ortaklaşa”lığın kamusal alanda yetkinliğince ele alınmasıyla mümkündür.
Bu müzakerenin gerçekleşmesi isteğiyle...