Toplumsal Cinsiyet

Doğu Batı - Sayı 63

Doğu Batı Düşünce Dergisi

Oldest Doğu Batı - Sayı 63 Quotes

You can find Oldest Doğu Batı - Sayı 63 quotes, oldest Doğu Batı - Sayı 63 book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
Tanrı, kral ve baba otoritesi
Baba otoritesi hiyerarşik bir toplum sürekliliği için çok büyük bir önem taşıyordu. Aile içindeki baba otoritesi daha geniş bir toplumsal düzeydeki kralın ve tanrının otoritesinin bir yansımasıydı. Çoban ve sürü benzetmesi Ortaçağ boyunca temel bir motif olarak kalmıştır. Baba çocuklarına karşı neyse, kral tebaasına karşı, tanrı da kullarına karşı odur. Tanrı, kral, baba ve çoban zinciri içinde elbette bir de çoban köpeğine ihtiyaç vardır. Ancak çoban köpeğinin aracılığıyla yönetim mümkün olabilir. Tanrı için kilise, kral için asker ve polis, baba içinse anne çoban köpeği rolünü oynar. Anne çocuklarını güder, onları babanın hakimiyeti altına sokar, lakin çocuklar üzerindeki bu gücü tamamıyla babanın otoritesine bağlıdır.
Sayfa 169
Her gün hiç bilinmedik faciaların tanıklarıyız ve aynı felaket ikliminde yaşayan bir toplumun üyeleriyiz. Çeşitli sebepler altında bedenen güçsüz olanlara diş geçirilmesi, hatta deyim o ki zayıfların "boğazlanması" geniş bir güruhun içinde yer aldığı psikolojiyi gösterir. "Kendine ait bir oda"sı olmayanların kaç köşe, kaç bucak şiddet gördüğünü maalesef hiç bilemeyeceğiz. Gazete sayfalarından ve ekranlardan durmaksızın akan haberler, mesela: "Yaralandı, öldürüldü, tecavüz edildi" vb. Bilinmeyen isimlerin yalnızca baş harflerini okumakla yetiniyoruz: A. E. M. S. Y., vb. Bir trajedinin içinden süzülüp gelen kimliksiz harfler etrafa derin bir sessizlik yayıyor, bir toplumun mutlak acziyetini gösteriyor.
Sayfa 9 - Doğu Batı Yayınları - 1. Baskı (Şubat - 2013)Kitabı okudu
Reklam
Kadınlar; çocuk bakımı, ev işleri, temizlik, beslenme gibi "üreme" alanı ile sınırlandırılırken ve bu alan ücretsiz ve değersiz görülürken, pazar için meta üretimi ve gelir elde etme, üretim alanında erkeğe tevzi edilmiştir. Bu ücretsiz ve görünmeyen kadın emeği, üreme ve besleme (nurturing and reproductive) emeği ücretsiz ve görünmeyen bir emektir ve tıpkı doğanın çevre olarak bedava, herkesin kullanımına açık olarak görülmesi gibi kadın emeği de bedava olarak görülmektedir. Üreme, doğurma, besleme, çocuk bakımı gibi faaliyetler doğal faaliyetler olarak görüldüğü için, insan dışındaki doğa ile aynı özelliklere sahip ve dolayısıyla değersiz görünür. Dünya Gıda ve Tanın Örgütü'nün (FAO) 1985'te yaptığı bir çalışma kadın emeğinin nasıl değersiz ve görünmez olduğuna dair maddi kanıtlar sunmaktadır. Araştırmaya göre, dünyadaki tarımsal üretimin %80'ini kadınlar tarafından gerçekleştirilmektedir, ve aynca ailelerinin yiyecek bulmasını sağlayacak tarımsal faaliyetin büyük kısmı da gene kadınlar tarafından yürütülmektedir. Fakat buna rağmen kadınlar dünya topraklarının sadece %1'inin sahibidirler.
Sayfa 28 - Doğu Batı Yayınları - 1. Baskı (Şubat - 2013)Kitabı okudu
"Kadınların derdi ne?" "Neredeyse dünyanın her yerinde erkeklerle aynı haklara sahip olmalarına rağmen daha ne istiyorlar?" "Dünyanın her yerinde bu kadar insan hakları ihlali varken önemli olan kadın-erkek ayırımı gözetmeksizin insan hakları mücadelesi değil mi?" Kadınlar tüm dünyada uzun zamandır mücadele ediyor. Belki de en büyük mücadeleyi neye karşı mücadele ettiklerini anlatabilmek uğruna veriyorlar. Çünkü patriarka denilen olguyu somutlaştırmak, deşifre etmek ve hele hele görmek istemeyen ve/ya aşinalıktan dolayı göremeyen gözler için görünür kılmak zaman zaman çok zor olabiliyor.
Sayfa 90 - Doğu Batı Yayınları - 1. Baskı (Şubat - 2013)Kitabı okudu
Sosyolog Jo Paoletti'ye göre, on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar beş yaşındaki çocuklara bile üç aşağı beş yukarı üniseks beyaz kıyafetler giydiriliyordu. Küçük çocukların kıyafetlerinin renkli kumaşlarla dikilmesi, toplumsal cinsiyeti günümüzde pembe-mavi diye damgalamamızın başlangıcını temsil eder, fakat kuralların yerine oturması yaklaşık yarım yüzyılı almıştır. Pembe bir süreliğine erkeklere yakıştırıldı. Çünkü "kararlı ve daha güçlü" bir renkti, kırmızının yakın akrabasıydı ve "hırs ve cesareti" sembolize ediyordu. "Daha ince ve zarif" olan "inanç ve sebat sembolü" mavi kızlara ayrılmıştı. Ancak yirminci yüzyılın ortalarına doğru mevcut pratikler mavi rengin erkekleri, pembe rengin ise kızları simgelediği tahayyül edildi. Erkekler ve kızlar için renk kodlaması, açıkça küçük çocukların toplumsal cinsiyet farklarını öğrenmesine yardım etme amacına hizmet etti. Renkten, giyim tarz ve biçimleri, modaya kadar bütün sembolik alanlarda toplumsal cinsiyet örüntüsü, toplum tarafından yaratılan ve kodlanan bir öğrenilmiş davranış pratiğidir.
Sayfa 155 - Doğu Batı Yayınları - 1. Baskı (Şubat - 2013)Kitabı okudu
Toplumsal Cinsiyet
Kadınlar ve erkekler hakkındaki kültürel gerçeklikler ve inançlar mevcut eşitsizliklerde, reklamlarda, sohbetlerde, zihinlerde, beklentilerde ya da başkalarının davranışlarında temsil edilen ya da çevre tarafından zihinlerimize uyarlanan benlik algımızı, ilgilerimizi ve davranışlarımızı değiştirir. Sosyal psikolojik açıdan bireyin bilişsel, duygusal ve davranışsal yapısı güdümlü biçimde oluşturulur. Geleneksel açıdan birçok kültür, kadınların duygularını göstermesini bekler. Ancak, erkeklerin duygularını ifade etmesini, güçsüzlük işareti gibi algıladıkları için tasvip etmezler. Bu bağlamda, "erkekler çok gülmez", "erkekler ağlamaz" vb. söylemler erkeklerin duygularına ket vurmalarının sosyal inşa sloganlarıdır. Kadınların "erkeksi" nitelikleri benimsemesi, böyle özellikler göstermesi, belirli sınırlar içinde hoş görülebilir: "Erkek gibi kadın!" bir övgüdür. Kadının cinsiyetinden beklenmeyecek bir cesaret ya da mertlik gösterdiğini ifade etmiş oluruz bunu söyleyerek. Oysa bir erkeğe "kadın gibi" demek, yapılabilecek en büyük hakaretlerden biridir. Dolayısıyla, erkek ve kadınlar toplum tarafından kendilerine biçilen rolleri oynarlar.
Sayfa 157 - Doğu Batı Yayınları - 1. Baskı (Şubat - 2013)Kitabı okudu
Reklam
İnsanın varoluşundan günümüze kadar mevcut olan ve kutsal dinler tarafından da sapma diye nitelendirilen eşcinsel eğilimler, her zaman çoğunlukla "görmezden" gelinen, zımni (gizil) bir cinsel yönelim şeklinde var olmuştur. Postmodern zamanlarda özellikle Batı toplumu ve kültürlerinde özellikle sinema sanatçılarının, yani popüler kültür aktörlerinin cinsel yönelimlerini "öteki" de olsa açıklamaları tepki görmez iken, toplumun diğer sosyal sınıflarındakilerin cinsel yönelimini açıklamaları risk taşımaktadır. Azınlıkta olan sahne sanatçıları "beyaz eşcinsel" şeklinde ifade edilebilir. Toplumun diğer katmanlarındaki "siyah eşcinseller" ise, toplumsal baskıya karşı maskeleriyle yaşamaktadırlar. Çünkü, eşcinsellik genel imgesiyle ve her çağda "insanın doğasına yabancılaşması" biçiminde tanımlanmaktadır. Ancak, eşcinselliğin her çağda "ötekileştirilmesi", yok sayılması ya da yokmuş gibi düşünülmesi, eşcinselliğin yok olması anlamına gelmemektedir. İster doğuştan gelen biyolojik genetik kodlardan, isterse içinde yaşanılan sosyal çevrenin rol model gibi eşcinselliği üretmesi şeklinde ifade edilsin, ilkçağdan günümüze kadar eşcinsellik temel bir vakıadır.
Sayfa 163 - Doğu Batı Yayınları - 1. Baskı (Şubat - 2013)Kitabı okudu
Connell yazılarında sık sık hegemonik erkekliğin değişmez bir öze işaret etmediğinden, sabitlenebilecek bir karakter yapısı sunmadığından, kültür­ler arasında seyahat edebilecek bir ilişkisellik modeli oluşturmadığından söz eder. Bir kültürel ortamda hegemonik hale gelen erkeklik etme, erkek olma biçimi tamamıyla o toplumun o anki siyasi, ekonomik ve kültürel koşullarıyla bağlantılı, cinsiyet eşitliği mücadelesinden etkilenen ve tarih­sel dinamiklerin tetikleyebileceği öngörülemez değişmelere açıktır. Con­nell'ın çizdiği çerçeveye göre tanımlayabileceğimiz her tür erkeklik biçi­mi, gerekli şartlar sağlanırsa hegemonikleşebilir: Eşcinsel erkeklik hariç. Çünkü eşcinsellik, bir "yönetici toplumsal mantık" olarak heteroseksüel­liğin ve kurumların itinayla çizilmiş, heteroseksüelliği "asıl", "normal" ve "sağlıklı" sayan, diğer cinsel yönelimleri ya cezalandmlacak, tedavi edi­lecek, en iyi ihtimalle de gizlenecek bir "sapkınlık" olarak gören ya da liberal bir anlayışla mevcudiyetlerini ve kendilerini ifade edebilme hakla­rını tanıyan ancak çeşitli örtülü siyasi mekanizmalarla cinsel vatandaşlık ekseninde gerçek eşitliği engelleyen sınırlarını yıpratır. Cinsiyet düzeni ve onun içinde işleyen muhtelif cinsiyet rejimleri, tek yapısal hakikatin istikrarlı devamlılığı için hegemonik erkekliği daima heteroseksüelliğe ve heteroseksüel bir erkeklik anlayışına yaslar, eşcinsel erkekliği de (varlığına izin verdiği oranda) güçsüzleştirir ve marjinalleştirir.
Sayfa 200 - Doğu Batı Yayınları - 1. Baskı (Şubat - 2013)Kitabı okudu
Ortadoğululara göre bir kadın, eğer erkek tarafından baştan çıkarılırsa onu cinsel anlamda doyurmak mümkün değildir. Bir kadın, erkeğe göre "dokuz" kat daha fazla tahrik olur. Onun için kadınların cinselliğinin sı­nırlanması gerekir. Yani kadınlar, cinselliklerini kontrol edebilen, hakim olabilen özneler değil, erkeklerin kontrol etmesi gerektiği düşünülen "nesneler"dir. Kadınlar kocalarını ve çocuklarını kendilerine bağlayabil­mek için "doğaüstü güçlerle işbirliği" yapabilirler. Erkekler "denetimli" ve "akılcı"yken, kadınlar "erotik" ve "akıl dışı"dırlar. Onun için kadın ve aşk, erkeğin tanrıya olan bağlılığı ve yapması gereken işler için birer tehdittir.
Sayfa 233 - Doğu Batı Yayınları - 1. Baskı (Şubat - 2013)Kitabı okudu
Wollstonecraft'ın Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi adlı yapıtını 1792 yılında İngiltere'de ya­yımlamıştır. İkiyüzyirmi yıl önce İngiltere'deki kadının kimliğinin ve varlığının evlilikle belirlendiğini ve artık günümüzde böylesi bir kaderin kadınların yaşamından çıktığını düşünmek isteriz ya da düşünmeye yön­lendiriliriz; evet kadının durumu
Sayfa 264 - Doğu Batı Yayınları - 1. Baskı (Şubat - 2013)Kitabı okudu
28 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.