You can find Doğu Batı - Sayı 63 books, Doğu Batı - Sayı 63 quotes and quotes, Doğu Batı - Sayı 63 authors, Doğu Batı - Sayı 63 reviews and reviews on 1000Kitap.
Toplumsal Cinsiyet "modern" insanın bakış açısında karanlık, bilinmeyen ve konuşulması çokça istenmeyen bir durumdur. İnsanın üretmeye başladığı tarihten itibaren ve ürettiği bilginin yapısı gereği tekci, bölünmeyi kabul etmeyen bir görüş hakim olmuştur. Oysa arzunun sonsuzluğunda ve sınırları olmayan evreninde, bilgininde, düşünceninde bölünebilir olduğunu kabul eden insanlar tarafından, iktidara, tahakküme ve tekci anlayışa tepki verdiğini, direnç gösterdiğini biliyoruz. Cinsiyet konusunda bazı kesimler ki bu genel olarak gücü elinde bulunduranlardir bu olguyu sapma, fısıltı ya da işitmek istemediği itiraflar olarak görmüştür.
Doğu Batı - Sayı 63Doğu Batı Düşünce Dergisi · Doğu Batı Dergileri · 201223 okunma
siyasetin kullandığı tehlikeli dile aşina sayılırız.
Ne zaman kadın sorunu gündeme geldiyse ahlakçı bir ton kadınları gök yüzüne yükseltir. Bu yüceltme söylemi esasen bilinçaltında saklı tutulan şiddetin günah çıkarışı ve bir tür af dileyişidir.
Kadın hakları, kadın sorunu, feminizm, kadın çalışmaları gibi terimleri duyduğum zaman çoğunlukla rahatsız olurum. Çünkü bir yerlerden sürekli samimiyetsizlik kokusu gelir. Bu ülkede kadının kimliğinden, toplumsal rollerinden söz etmenin anlamlı olduğundan bir türlü emin olamam. Örneğin Türkiye'de yalnızca 2011 yılında, yani bir yıl içerisinde, 16 yaşına henüz girmiş kızlarını evlendirebilmek için mahkemeye başvuran yirmi bin anne ya da babanın olduğu söylendiğinde, bunu kadın sorunu olarak adlandırmak bana çok sorunlu gibi geliyor. Bu bir kadın sorunu değildir, bu bir insanlık sorunudur, henüz insan olmanın ne anlama geldiğine ilişkin hiçbir duygu ve düşünce geliştirememiş yirmi bin anne ve babanın varlığı sorunudur ve de mahkeme kayıtlarına geçmeyen daha binlercesinin varlığını tahmin etmek zorunda kalmak sorunudur. Aynı hata 'kadına karşı şiddete son' adlı kampanya için de geçerlidir. Bir erkeğin bir kadını dövmesi ya da öldürmesini kadın sorunu olarak adlandırmak zihinsel bir sakatlıktan başka bir şey olamaz. Bu ülkede kadınlar dövülüyor ya da öldürülüyorsa bu toplumun erkek kadın ayırmadan çoğu vatandaşını zihnini sağlıklı bir şekilde kullanabilecek kadar bile yetiştirmemiş olduğu gün gibi açıktır.
Annelik sevgisinin tarihsel ve toplumsal olarak biçimlendirilmemiş ama her kadında doğanın armağanı olarak bulunan evrensel bir duygu olduğunu öne sürenler, tarih boyunca görülen çocuk sefaletini, korkunç düzeydeki yüksek ölüm oranlarını o dönemlerde yaşanan ekonomik sıkıntılarla ve alt sınıfların çaresizliğiyle açıklamaya çalışmaktadırlar. Fakat görüldüğü gibi, çocuklara yönelik varolan ilgisizlik, sevgisizlik ve yüksek ölüm oranlan sadece yoksullara mahsus değildir. Varlıklı burjuva aileleri ve aristokratlar daha önceki çocukları sütannenin yanında ölmüş olsa da yeni doğan çocuklarını hemen sütanneye göndermekte tereddüt etmiyorlardı. Bu durumlarda, ne sefalet ne de cehalet bu çocuk ölümlerine bir mazeret teşkil edebilir. Bu tür ilgisizliği kınayan toplumsal ve moral ideoloji doğana kadar bu davranışlar süregitti. Anne eğer böyle bir ideolojik baskı altında değilse, kendisini dünyaya getirdiği çocuğa feda etmesini emreden bir içgüdüyle değil, kendi istek ve arzulan doğrultusunda hareket ediyordu.