siyasetin kullandığı tehlikeli dile aşina sayılırız.
Ne zaman kadın sorunu gündeme geldiyse ahlakçı bir ton kadınları gök yüzüne yükseltir. Bu yüceltme söylemi esasen bilinçaltında saklı tutulan şiddetin günah çıkarışı ve bir tür af dileyişidir.
Kadın hakları, kadın sorunu, feminizm, kadın çalışmaları gibi terimleri duyduğum zaman çoğunlukla rahatsız olurum. Çünkü bir yerlerden sürekli samimiyetsizlik kokusu gelir. Bu ülkede kadının kimliğinden, toplumsal rollerinden söz etmenin anlamlı olduğundan bir türlü emin olamam. Örneğin Türkiye'de yalnızca 2011 yılında, yani bir yıl içerisinde, 16 yaşına henüz girmiş kızlarını evlendirebilmek için mahkemeye başvuran yirmi bin anne ya da babanın olduğu söylendiğinde, bunu kadın sorunu olarak adlandırmak bana çok sorunlu gibi geliyor. Bu bir kadın sorunu değildir, bu bir insanlık sorunudur, henüz insan olmanın ne anlama geldiğine ilişkin hiçbir duygu ve düşünce geliştirememiş yirmi bin anne ve babanın varlığı sorunudur ve de mahkeme kayıtlarına geçmeyen daha binlercesinin varlığını tahmin etmek zorunda kalmak sorunudur. Aynı hata 'kadına karşı şiddete son' adlı kampanya için de geçerlidir. Bir erkeğin bir kadını dövmesi ya da öldürmesini kadın sorunu olarak adlandırmak zihinsel bir sakatlıktan başka bir şey olamaz. Bu ülkede kadınlar dövülüyor ya da öldürülüyorsa bu toplumun erkek kadın ayırmadan çoğu vatandaşını zihnini sağlıklı bir şekilde kullanabilecek kadar bile yetiştirmemiş olduğu gün gibi açıktır.
Annelik sevgisinin tarihsel ve toplumsal olarak biçimlendirilmemiş ama her kadında doğanın armağanı olarak bulunan evrensel bir duygu olduğunu öne sürenler, tarih boyunca görülen çocuk sefaletini, korkunç düzeydeki yüksek ölüm oranlarını o dönemlerde yaşanan ekonomik sıkıntılarla ve alt sınıfların çaresizliğiyle açıklamaya çalışmaktadırlar. Fakat görüldüğü gibi, çocuklara yönelik varolan ilgisizlik, sevgisizlik ve yüksek ölüm oranlan sadece yoksullara mahsus değildir. Varlıklı burjuva aileleri ve aristokratlar daha önceki çocukları sütannenin yanında ölmüş olsa da yeni doğan çocuklarını hemen sütanneye göndermekte tereddüt etmiyorlardı. Bu durumlarda, ne sefalet ne de cehalet bu çocuk ölümlerine bir mazeret teşkil edebilir. Bu tür ilgisizliği kınayan toplumsal ve moral ideoloji doğana kadar bu davranışlar süregitti. Anne eğer böyle bir ideolojik baskı altında değilse, kendisini dünyaya getirdiği çocuğa feda etmesini emreden bir içgüdüyle değil, kendi istek ve arzulan doğrultusunda hareket ediyordu.
Servet sahabi bir insan erdemli bir insandan daha fazla saygı görüyorsa, insanlar erdemden önce servet peşinde koşacaktır. Akıllarına değil, güzelliklerine ilgi gösteriliyorsa, kadınların zihinleri ekilmemiş topraklar olarak kalacaktır.
"Kadının zihni onun güzelliğine tercih edilmedikçe, düzgün bir eğitim sistemi de asla kurulamayacaktır," diyor Wollstonecraft. Bu yüzden çağımızda kadın eğitim alabiliyor olmasına rağmen çoğunlukla kendisine getirilen sınırlandırmaları aşamamaktadır. Zihni yerine güzelliği tercih edilmiş olan kadının hayat gücü de gelinliğinin süslemeleri, evleneceği gün saçını nasıl yaptıracağı ya da evinin perdeleri ve mobilyalarının nasıl olacağından başka bir şey için çalıştırılmadığından evlenmeden bir kadının varolabileceği çeşitli yolları zihninde tasarlayamaz bile. Elbette bunlar çoğu kadının bilinç düzeyinde bulunmayan şeylerdir: 'Aşk' adı verilen bir mitle gözü boyanan, 'evlendiler ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar' masallarıyla uyutulan kadın yaşamının büyük bölümünü 'Uyuyan Güzel' olarak yaşar.
Sayfa 268 - Doğu Batı Yayınları - 1. Baskı (Şubat - 2013)Kitabı okudu
Kadının varoluşunun yapacağı evliliğe bağlı olması, erkeğe bir tiranın sahip olabileceği türden bir güç verir. Bir tiran sahip olduğu güç ve bunu kullanarak insanlarda yarattığı korkuyla yönetimini sürdürür. Kendi başlarına yaşamlarını sürdüremeyeceklerine inanan insanlar tirana kolayca boyun eğerler. Tiran da bu güç sayesinde tamamen keyfi bir
Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi'ne yazdığı önsözde Sheila Rowbotham güzelliğin konumunu bir "kapan" olarak değerlendirir ve şöyle der: "Wollstonecraft her yanda kadınları tuzağa düşüren kapanlar görür. En tehlikelisi, kadınların insanlıklarıyla alay ederken diğer yandan güzelliklerine ilgi gösteren nezakettir. Kadınların, erkeklerin ilgisini çekmek için nasıl zayıflık ve bağlılık göstermeye razı olduklarına üzülür." Güzelliğiyle erkeği elde eden kadın kendini güçlü zanneder, ancak aslında toplumsal yapı tarafından içine yem olarak evlilik konulmuş bir kapana kaptırmış olur kendini. Normal bir yaşam edinmek için evlenmek zorundadır, evlenmek içinse erkeklerin beğenisini cezbetmelidir, bu da ancak çağın güzellik kalıplarına ve güzellikle beraber ülkemizde 'namus' olarak adlandırılan anlayışa uyum göstermesiyle mümkündür. Wollstonecraft'ı üzen bu kapanın kadını geri dönülmez bir biçimde zayıflığa mahkum etmesidir; kapan öylesine zekice oluşturulmuştur ki kadın kapanın farkına ya çok geç varır ya da hiç varmaz; geç de olsa farkına vardığındaysa kendini geliştirmek ve zayıflığını yok etmek için pek fazla şansının olmadığını görür.
Sayfa 265 - Doğu Batı Yayınları - 1. Baskı (Şubat - 2013)Kitabı okudu
Wollstonecraft'ın Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi adlı yapıtını 1792 yılında İngiltere'de yayımlamıştır. İkiyüzyirmi yıl önce İngiltere'deki kadının kimliğinin ve varlığının evlilikle belirlendiğini ve artık günümüzde böylesi bir kaderin kadınların yaşamından çıktığını düşünmek isteriz ya da düşünmeye yönlendiriliriz; evet kadının durumu
Ortadoğululara göre bir kadın, eğer erkek tarafından baştan çıkarılırsa onu cinsel anlamda doyurmak mümkün değildir. Bir kadın, erkeğe göre "dokuz" kat daha fazla tahrik olur. Onun için kadınların cinselliğinin sınırlanması gerekir. Yani kadınlar, cinselliklerini kontrol edebilen, hakim olabilen özneler değil, erkeklerin kontrol etmesi gerektiği düşünülen "nesneler"dir. Kadınlar kocalarını ve çocuklarını kendilerine bağlayabilmek için "doğaüstü güçlerle işbirliği" yapabilirler. Erkekler "denetimli" ve "akılcı"yken, kadınlar "erotik" ve "akıl dışı"dırlar. Onun için kadın ve aşk, erkeğin tanrıya olan bağlılığı ve yapması gereken işler için birer tehdittir.
Sayfa 233 - Doğu Batı Yayınları - 1. Baskı (Şubat - 2013)Kitabı okudu