Needham, 1936 yılında Cambridge Üniversitesi’ne gelen Çinli biyokimyacılarla tanıştığında Batı’dan çok farklı bir kültür ve uygarlık çevresinin varlığını kavrar. Bu kavrayış onu Çin’de Bilim ve Uygarlık başlıklı 5 ciltlik eseri yazmaya itecektir. Bu eserde Batı’ya özgü diye bilinen evrimci bilim anlayışını eleştirir. Needham’a göre Batı bilimi, evrensel bilime akan ırmaklardan yalnızca biridir ve geleceğin toplumu bütün kültürlerin tarihsel katkılarının bir senteze ulaştırılmasıyla mümkün olacaktır. Batı Uygarlığı’nın bilime dair iki anlayış geliştirdiğini burada hatırlamak gerekiyor. Bunlardan birincisi, bilimsel yöntemle geliştirilen evreni anlamak ve ona tahakküm etmek zihniyetinin doğruluğu; ikincisinin ise bilimin elde ettiği sonuçlarla kazanılmış tahakkümün aleti olan teknolojiyle, daha yüksek kârlılığı/ istifçiliği mümkün kılmanın, yani teknolojiyi kapitalizmin hizmetine vermenin kaçınılmazlığı düşüncesidir. Needham “insani değerleri” vurgulayarak ve doğu düşüncesine yönelerek getirdiği eleştiri ile “karşıbilim” zihniyetini inşa etmektedir. Needham, Rönesans’tan beri kapitalizmin gelişmesiyle paralel seyreden bilim felsefesine imtiyaz tanımamakta; insanların doğa üzerinde egemen olması anlamındaki insanmerkezcilikten farklılaşmış başka bir insan fikrine yönelir. İnsan, önemli bir varlıktır, ama hiçbir zaman ne evrenin efendisi ve ne de onun merkezinde değildir. Onu egemenliği altına alması gereken, sonsuza değin sömüreceği bir hasım olarak göremez. Bu nedenle doğa ile barışık yaşamalı, kendi arzularını tatmin etmek bakımından doğaya yönelik olarak sabırlı tutum geliştirmeli, doğanın kaynaklarına erdemli ve feminin (anaç bir kadın) hissi ile yaklaşmalıdır. Dolayısıyla bu yaklaşım “doğayı sömürülecek” bir meta olarak görmeyi terk etmektir.