Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Dünyanın Zenginliği, Ulusların Fakirliği

Daniel Cohen

Dünyanın Zenginliği, Ulusların Fakirliği Sözleri ve Alıntıları

Dünyanın Zenginliği, Ulusların Fakirliği sözleri ve alıntılarını, Dünyanın Zenginliği, Ulusların Fakirliği kitap alıntılarını, Dünyanın Zenginliği, Ulusların Fakirliği en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Eğitim , büyüme zorunluluğu adına çabucak kendini dayatmıştır. Ekonomik kalkınmada can alıcı etken olarak ortaya çıkan eğitim, siyasi sorunların gelecekte yeniden değerlendirilmesini alevlendirecek muhtemel kıvılcım olarak da görülebilir.
Sayfa 38 - İletişim YayıncılıkKitabı okudu
Reklam
Günaydın dünya!
Günümüzde üretilen zenginliğin yarısı hükümetin kullanımına veya yeniden dağıtımına tabidir. Eğer toplumlarımız yoksulluk sorununu çözmek üzerine siyasi kararlılık gösterdiyse, nasıl oldu da böylesine büyük miktarda para bu sorunu çözemedi? Bu konuya eğilirken, toplumlarımızda iç bölünmelerin varlığını artık görmezden gelemeyiz. Kamu iktidarının toplumun genel iyiliği için çalıştığı fikri giderek kayboluyor.
Sayfa 114 - İletişim YayıncılıkKitabı okudu
Eğitimin özellikle de kadınların eğitiminin sayesinde, bir toplum di­ğer tür maddi ve eğitimsel varlık birikimine yönelebilirdi. Eğitimsel bilgiler ve demokratik bir sistem, seçkinlerin keyfî iktidarının ortadan kalkmasına veya sınırlanmasına imkân vermek suretiyle, nihai olarak birbirini güçlendirir.
Sayfa 26 - İletişim YayıncılıkKitabı okudu
Nesneler tüketilecekleri her sefer için üretilmek zorundadırlar, fakat fikirlerin onları kullanacak herkes için sadece bir kere üretilmeleri yeter.
Sayfa 54 - İletişim YayıncılıkKitabı okudu
Merkantilizm günümüzde “ekonomi politik” diye anılan şeyin ana hatlarını çizen bir makaleler dizisidir. “Politik ekonomi” terimi merkantilistlerin amacını açıkça tanımlar: Ekonomiyi politikanın hizmetine sokmak.
Sayfa 20 - İletişim YayıncılıkKitabı okudu
Reklam
Kadınların sömürülmesi, varlığını ikiyüzlülükle kabul eden insanlığın geri kalanına bir hakaret oluşu bir yana bıra­ kılsa bile, kendi kendini süreklileştiren bir yoksulluk döngü­sü yaratır: Bir erkeğin makinalara yatırım yapmasını gereksizleştirmek suretiyle bu sömürü, erkeğin bir başka kadın satın alarak yeterince para tasarruf etmesine imkân verir; bu yeni kadın da başka çocuklar doğuracak, onlar da eğer erkek olur­larsa babaları için çalışacaklar kız olurlarsa satılacaklardır.
(..) nereye bakarsak bakalım ve gözlem için seçtiğimiz ayrıntı düzeyi ne olursa olsun, emek, artan bir değerlileşme süreci içindedir - toplumun kendisine uy­mayı başaramayan mensuplarını dışarı iten bir süreç. Kaldı ki globalleşme veya üçüncü sektörleşme ekranının arkasın­da, günümüzde tanık olduğumuz kitlesel eşitsizlik patla­masının kökeninde, tekniklerdeki devrim yatmaktadır.
Afri­kalıların liderleri tarafından dolandırılmaları, fazlasıyla bili­nen bir konudur. Zaire’de Mobutu Sese Seko, öteki geliş­mekte olan ülkelerin devlet başkanlarıyla birlikte hiç kuşku­suz dünyanın en zengin bireylerinden biriydi. Bu despotlar üretilen zenginliğin bir bölümünü gizlice almakla yetinmez­ler. Onlar, var olan her maden ya da petrol kaynağını harca­yarak, yönettikleri ülkeleri en uç yoksulluğa sürüklerler.
Dünya ülkelerini toplam büyüme­leri bakımından sıraladığımızda, dört Kaplan (Hong Kong, Singapur, Güney Kore ve Tayvan) dünyadaki en üretken beş ülke arasındadır (Botswana, elmas madenleri nedeniyle birinci sırada yer alır). Fakat ülkeleri yararlandıkları tekno­lojik ilerleme bakımından sıraladığımızda, sıra bozulur: Kaplanlar burada en iyi öğrenciler olacaklarına, vasat öğ­renciler halindedirler, tembel öğrenci payesi de Singa­pur’undur (son 20 yıl boyunca hiçbir teknolojik ilerleme kaydetmemiştir).
Reklam
(..) tarımla ilgilen­meyen sanayileşmiş bir dünyada Yeni-Ricardocu ekono­mistler zengin ülkeleri, “yüksek katma değerli” malların -yani az emek fakat büyük miktarda sermaye (daha çok makine) gerektiren malların- üretiminde rekabet gücüne sahip görürler, yoksul ülkeleri de büyük miktarda emek ve az sermaye kullanan malların üretiminde rekabet gücüne sahip sayarlar. Bu nedenle zengin ve yoksul ülkeler arasın­daki ticaret, zengin ülkelerin iş piyasalarında dengesizliğin artmasına sebep olacaktır. Gerçekte ihracat mallarıyla az sa­yıda iş alanı yaratılır ve Güneyden yapılan ithalatın bir so­nucu olarak da pek çok iş alanı ortadan kalkar. Dolayısıyla iki etken, “genelde” emek aleyhine ve sermaye lehine biraraya gelecek ve işleyecektir. Güneyden yapılan ithalatların sonucu olarak işlerini kaybeden işçiler yeni iş bulmak zo­runda kalacaklar; bunu yaparken ücretleri aşağı çekecekler ve sermayedarlar kâr marjlarını yükseltmek için bu koşul­lardan yararlanacaklardır.
Ekonomistler, bir ulusun zenginliğini belirlerken genellikle üç üretim etkenini ayırt ederler: Emek, sermaye ve teknolo­jik ilerleme. Sermaye ve emek geleneksel araçlar olarak de­ğerlendirilir. Sermaye, aşınma ve eskime payları bırakılmak suretiyle ülkenin yatırımları toplanarak ölçülür. Emek ise kesin olmayan fakat genellikle benzer yöntemlerle düzelti­len kişi-saat sayısıyla veya işçilerin eğitim düzeyi gösterge­siyle temsil edilir. “Toplam etken üretkenliği” olarak da dü­şünülen teknolojik ilerleme ise, bir ekonominin sermaye ve emeği bir araya getirme verimliliğini ölçer. Eğer, örneğin iki ekonomi aynı miktarda sermaye yatırıyor ve aynı sayıda işçi çalıştırıyorsa, fakat birisi hâlâ ötekinden daha yoksulsa, da­ha yoksul olan ekonominin daha düşük bir “toplam etken üretkenliği” düzeyine sahip olduğu söylenir. Aynı şekilde, önceki yatırım ve işçi çalıştırma oranlarını sürdürdüğü hal­ de zaman içinde bir ekonominin büyümesi gerilerse, bu ekonominin toplam etken üretkenliğindeki büyüme oranı­nın azalmış olduğu söylenir. Böylelikle “toplam üretken­lik”, ekonomistlerin emek veya sermaye birikimiyle ölçülemeyen şeyleri havale ettikleri bir tür kara kutudur.