Fatih Terim, kurallara alerjisi olan dikkat çekici ve tuhaf bir adamdı. Daha en başından uzun süre görevde kalamayacağı belliydi ve zaten kısa bir süre sonra da kovuldu. önce daha ufak, düşük profilli ve istediği gibi davranmasına izin verilen kulüplerde çalışmıştı. Ancak burası Milan'dı ve işler farklı yürürdü. Terim, öğle yemeklerine geç gelir, resmi görüşmelerde kiravat takmaz ve Big Brother (Biri Bizi Gözetliyor) izleyebilmek için erkenden ayrılıp Sinyor Bic'i masada tek başına bırakırdı. Kendisini Milanello'da John Travolta gibi, cafcaflı kıyafetlerle dolanırken görebilirdiniz.
Bir kenara atılmış. Iskartaya çıkarılmış. Hurdaya ayrılmış. Silinmiş, yok edilmiş ve etkisiz hâle getirilmiş. Hatta belki de tozlu bir rafa kaldırılmış, terk edilmiş ve gömülmüş. Çöpe atılmış.
Başkalarının günahlarının bedelini ödemeye niyetim yoktu. Her zaman, pisliğe sebep olanın kendi pisliğini temizlemesi gerektiğine inandım. Bir şeyi kırarsanız, bedeli neyse ödersiniz.
Dokuzuncu ve son hayatını yaşayan bir kedi olsam dahi bunun altından kalkamazdım. Her zaman insanın en zor anlarından çıkaracağı dersler vardır. İnsanın kendini zorlayarak o umut kırıntısını ve altın öğüdü bulması ahlaki bir yükümlülüktür.
Üzerimde baskı da hissetmiyorum. Umrumda bile değil. 9 Temmuz 2006‘nın öğleden sonrasını, Berlin’de uyuyarak ve PlayStation oynayarak geçirdim. Akşamsa sahaya çıktık ve Dünya Kupası’nı kazandım.