Var olmayan bir kişiyi aramak, doğumundan ölümüne kadar her insanoğlunun şu veya bu şekilde çektiği bir yük değil midir? Olmayan bir babayı, kaybolan bir anayı, doğmamış kız ve erkek kardeşlerimizi, gerçek bir dostu, sevgiliyi, bir yürek olacak, anne karnındaki fetüsü bile vuran özümüzdeki yalnızlığı dolduracak, asla ihanet etmeyecek ruh ikizini arayıp durmaz mıyız? Hayatın büyük gizemine, en büyük bilinmeyene göğüs gerebilmek, doğumun neden olduğu derin melankoliye karşı koyabilmek için korkularımızı ve alçaklığımızı sahiplenecek, dağınık duranı toparlayacak bir birlik teliği arzulamaz mıyız? En aşağılık insanların bile çektiği bu sevgi ve kardeşlik ihtiyacı, hepimizin aslında bizi bizden alacak diğeriyle bir olma mücadelemizin en büyük kanıtı değil midir? Bu kadar çok insanın kanını kaynatan fiziksel aşk da esasen, ötekinin içine girip tek bir vücutta bir olan başka bir insan yaratma güdüsünden başka nedir ki? Onu asla tam anlamıyla bulamasak bile, sanki varlığın tüm acılarını geçirecek bir ilaçmış gibi, ömrümüzün sonuna kadar var olmayan bu insanı arayıp dururuz.
"Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrıya hem de paraya kulluk edemezsiniz."
"Belki de sana ait olmayan bir hayatın sıkıntılarını çekmeyi bırakabilir ve sana keyif veren bir başkasına adım atabilirsin. Önünde iki olası yol var çocuğum. Birincisi, senin için açtıkları yol, ikincisiyse senin açacağın yol."
"Buraya bana teşhis koymanız için gelmedim Saint-Loup."
"Öyle mi? Vücudumuzun hastalıkları ruhumuzun itirafı gibidir. Kendinizi yatıştırma peşindeymişsiniz gibi geldi bana ve korkarım, size sunabileceğim tek yatıştırıcı da bu."
Kurumuş gözyaşlarıyla lekelenmiş yanakları, sert ve doğrudan bakışlarıyla cesaretle yürümeye devam etti çünkü attığı her adımda Beziers' den ve unutmak istediği her şeyden uzaklaştığını biliyordu.