Onu ilk defa rahmetli Enver'in evinde görmüştüm. Balkan Savaşı'nda vatanın uğradığı felâkete şiirleriyle tek başına ağladığı günlerde idi. Her hafta bir başka mersiyesini ana toprağın bir yarasına sarıyordu. Herkesin sustuğu, dillerin tutulup kalemlerin uyuştuğu bu facia ortasında o ruhun ve vicdanın ilahi bir meşalesini eline almıştı.
Ben Âkif'e, bu muhteşem heyecan divanhanelerinden geçerek kavuştuğum için, ilk görüşmemizin hafızamdaki izi ölünceye kadar silinmeyecektir.
Sarıgüzel'de, yumuşak sedirli mert bir dost evinde, pencereleri çok renkli bir bahçeye bakan bir odada idik. Tek tük ak düşmüş siyah sakalı, konuşurken dişlerinin parıltısını arttırıyordu. Kendi evini, Rumeli'yi kaplayan kan sellerinden kurtulmuş göçmenlere verip bir dostuna misafir olmuştu.
O gün vatandan başka hiçbir şey konuşulmadı. Kanım kaynamıştı. Aramızda mefkûre ayrılığı yoktu. Ancak ona giden yollar başka başka idi. Hakkı Süha Gezgin
Edebî Portreler, s.176
Titrer elimde fırça saatlerce bî-karar
Bir tayf-ı rûh u nûr ile bir mâî renk arar
Baktıkça öyle hüzn ile baygın nigâhına
Girdim meleklerin sanırım haclegâhına
Kıskançtı ve sanıyorum ki dünyada hiç kimse ona bu kıskançlık kadar işkence etmememiştir. Haşim, bu duyguyu etleri içinde kilitlenmiş bir çift kaplan çenesi gibi taşıdı.