Yaşamımızın bir döneminde içimizde ruh sıkışması yaşanırsa kendimizi sokaklara, caddelere, şehirlere vurmamız an meselesidir. Hangi yaşta, hangi cinsiyette, hangi konumda olduğumuz mühim değil. Mühim olan insanın kendi kendini iyileştirme gayesi ve gayretidir. Bu gayret içindeyken karşımıza çıkan insanlar bir velinimet gibidir. Onlara tutunur, onlardan yaşamak bulur, onlarla dibi görür, onlarla zirveye yükseliriz.
Hangi seviyede olursak olalım dibe batma mesafemizde elimizden tutanın ötede o eli bırakma ihtimali varken nefes almak güçleşir. Unutuluş bir tık daha artar. Sonra sokaklar, caddeler, şehirler hazinleşir. Günler, aylar, yıllar geçer de o hüzün daha dün gibi bellekte anımsanır. Anımsandığı noktada elimizden tutanlar bize çeşme başlarında, o ağaçlı yolda, şehrin köhne Dante Cafe'sinde ağırlaşır da ha ağırlaşır.
Bazen düşüncesizce düşünür, hareket ederim de anılar belleğimde güçlendikçe kağıda kaleme sarılır, yazar da yazarım. Yazmaktan güç bulduğum vakit şöyle kafamı çevirip çevreme bakarım. Kimim, neredeyim, bu aldığım nefes nefes mi, yaşamak gibi bir gayem mi var?
Yazdıkça bu gayenin, bu nefesin, kimliğin, mekanın ve zamanın derinleştiğini hissediyorum.
Belleği zorlayan kaygısıyla tüm unutulmuşluğun en güzel eserini okudum. İlk başlarda duruldum, yoruldum, yavanlaştım. Ardından gelen sayfalarda kitaptaki hüznü hissettim. Kitabın anlatıcısının yazma kaygısını ise kendi kaygımmış gibi algılayarak 'en uzağından bir Modiano' okudum.
Unutuluşlar hatırlandıkça nefes keser.