Büyüklerimiz neredeyse hepimize eski güzel günlerde her şeyin daha iyi olduğunu söylemiştir. Yaşlandıkça sonraki nesle aktarma sırasının bize geldiği bu düşünce alışkanlığı kökleşmiştir.
Dünya'nın şu anda ve tarih boyunca sahip olduğu iklimi ve kimyasal özellikleri yaşam için daima uygun gibi görünüyor. Bunun rastlantı eseri gerçekleşmiş olması ihtimali, trafiğin yoğun olduğu saatlerde gözleriniz kapalı bir şekilde kullandığınız arabadan çizik bile almadan kurtulmanız ihtimaliyle aynı.
İlk yaşam formlarından milyonlarcası ve onların daha karmaşık ama yine de yumuşak vücutlu torunları, geleceğe hiçbir şey bırakmadan ya da yerbilim dolabına iskeletlerini bırakmak şöyle dursun hiçbir iz bırakmadan yaşamış, çoğalmış ve yok olmuş olabilir.
Dünya ile ilgili kesin olan birkaç şeyden biri de şu: atmosferin ve yeryüzünün geçtiğimiz 1 milyon yılda kendi kendine uğradıklarından daha fazla değişimi onlara biz yaşattık.
Kaynağı büyük oranda endüstrisinde olan ve endüstriyel insan ortaya çıkmadan önce havada bulunmayan florokarbonlar gibi insan yapımı gazlar, yaşamın iş başında olduğuna dair önemli birer işarettir. Dünya'yı dış uzaydan izleyen ve atmosferimizde aeorosolle püskürtülmüş gazları keşfeden bir ziyaretçi, gezegenimizin üzerinde yaşam bulunduğundan ve bu yaşamın muhtemelen bir tür zekâya sahip olduğundan kuşku duymazdı. Kendi kendimizi doğaya israrla yabancılaşmış ırk endüstriyel ürünlerimizin "doğal" olmadığını düşünme eğilimindeyiz. Aslına bakılırsa bunlar da Dünya'nın diğer tüm kimyasalları kadar doğaldır, çünkü bizler tarafından üretilmişlerdir ve biz de kesinlikle canlıyız. Bu ürünler -sinir gazı gibi- elbette ki agresif ve tehlikeli olabilir, ama botulinus basilinin ürettiği toksinlerden daha fazla değil.