Gerçekten bunu içtenlikle söylüyorum, oradaki öğrencilerden biri (Afrikalı), "Bizim ülkemize bir ATATÜRK gelmedi, keşke gelseydi, bizde de bunlar olurdu," demişti.
Hocam gidiyorum, bana söyleyecekleriniz var mı? dedim. O da
"Hiçbir zaman aklını, duygularının gerisinde tutma. Her şeye aklını kullanarak karar ver. Okumayı sev ve okumayı bırakma..." dedi.
İstanbul da çalışmaya gidenlerin eşleri bana mektup yazdırırlardı. Onlar söyler ben yazardım. O mektupları hiç unutmam. Belki bir gün roman yazsam, ömrüm izin verse, adını " mektupçu " koyarım. Niye ? Çünkü o mektuplara - bugün düşünüyorum da - onların özlemi sinerdi, acıları sinerdi, yoklukları sinerdi, eş hasreti veya evlat hasreti sinerdi. Gittin , yazmadın diye sitem ederlerdi o mektuplarda.
Bu arada, hemen onu da söyleyeyim, ben yazının gücünü ilk kez o mektuplarda sezdim. Örneğin, Sen Elif ' i bırakıp gittin, Seher bak büyüdü, " baba " diye sayıklıyor diyor. Ben onu biraz değiştirip, " Seher seni uykusunda " baba , baba' diye sayıklıyor "biçiminde yazıya dökerdim, böyle hayali.