Yılkı adamları sözünü duymadın mı hiç? Ya yılkı atlarını? Bir zamanlar atlar, eşekler, katırlar insanların yaşamının ayrılmaz bir parçasıyken, gün gelip iyice yaşlanıp da işe yaramaz olunca, kentlerden, köylerden uzaklara, dağlara, tepelere, ıssız bozkırlara sürülürmüş, onlar da birbirlerini bulup
sürülerle dolaşırlarmış oradan oraya. Bugün atların ve eşeklerin kökü nerdeyse tümden kurudu. Sıra insanlara geldi, bunların işe yaramayanları, yani iş bulamayan ve bulamayacak olanları da doğaya bırakılıyor artık, daha doğrusu kendileri gidiyorlar, yalnız yaşlıları da değil, gençleri ve çocukları da. Doğa da bir zamanlar atların salındığı doğa olsa bari! Ama nerde! Öyle görünüyor ki şu
koca dünyada türlerin en dayanaklısı insan, en zor koşullarda bile yaşıyor, üstelik, ürüyor da...
Hiç kimse göğsünü gere gere "Ülkemizde yargı çok iyi işliyor, el değiştirmesine ne gerek var?" diyemediği için de özelleştirme yanlıları her geçen gün biraz daha artmaktaydı.
Ama gırtlağımıza kadar çelişki ortamına gömülmüş olunca, bu düzen hep böyle sürecekmiş, kurtuluş yokmuş gibi geliyor, en azından bizim için. Sen de böyle düşünmüyor musun?
Ne olursa olsun, hangi biçimde olursa olsun kenter düzenine katıldığın, onun bir parçası olduğun andan sonra, salt dürüstlük sadece yanılsamadır, sevgili dostum.
“Mevlüt Doğan, Mevlüt Doğan,” diye yineledi içinden. “Mevlüt Doğan! Bir adamı bu dönemde böyle bir ad ve böyle bir suratla başbakan koltuğuna oturabiliyorsa, gel de anla bu milleti.”
adalet güçlülerin ayrıcalığıdır. Güçsüzler adaleti pek bilmezler genellikle, bilseler bile kendilerinide kapsayacağına, daha doğrusu, kendileri için de işleyebileceğine inanmazlar hiçbir zaman...
Başımızı biraz yukarı kaldırıp bakmamız yeter, ortalık böyleleriyle dolu, partiler, dernekler, odalar, üniversiteler, dergiler, gazeteler, her yer, her yer üç kağıtçı budalalarla dolup taşmakta. Gitar çalan, ama şiirden tiksinen kişilerle.