Gölgesiz Şehirde Zaman ve Mekân Sözleri ve Alıntıları
Gölgesiz Şehirde Zaman ve Mekân sözleri ve alıntılarını, Gölgesiz Şehirde Zaman ve Mekân kitap alıntılarını, Gölgesiz Şehirde Zaman ve Mekân en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
... mimariyi oluşturan maddi şartları, ilkel bir barakayı meydana getiren maddi şartlar gibi kendini tamamen kabul ettirici unsurlar gibi göremeyiz. Diğer taraftan, kültürün maddi olmayan unsurlarını da maddi şartların etkilerinden ve imgelerinden bağımsız olarak göremeyiz. Taş gerçekte ne kadar ağırsa, edebiyatta da ağırdır; felsefe açısından taşın özünde ağırlık varken, bilim açısından ise taşın sadece göreceli bir özgül ağırlığı vardır. Taşın bütün bu maddi özelliklerinden haberdar olan bir sanatçı -Michelangelo- neo-platonik felsefeye uygun olarak yazdığı şiirlerde, kaba taşın içindeki güzellikleri sakladığına işaret etmiş, dahası yarı yarıya bitirilmiş heykellerinde de âdeta taşın içerisindeki esaretlerinden kurtulmakta olan yumuşak hatlı insan bedenleri nakşetmiş. Aynı gelenekten etkilenmiş olabileceği bir hayli muhtemel bir İtalyan mimarının da -Carlo Scarpa- taşı şekillendirirken onun sadece maddi özelliklerine dikkat etmediği malum. Burada bahis olan şey, sanatçının maddi şartların çeşitli boyutlarını doğa/yapıt (nature/artifact) diyalektiği çerçevesinde yorumlaması, bunu da önce maddeden düşünceye, sonra düşünceden şiire, nihayetinde de şiirden tekrar maddeye (heykel) aktarmasıdır.
Bugünün mahallesi artık eskiden olduğu gibi her uzvu birbirine bağlı yaşayan topluluk değildir; sadece belediye teşkilâtının bir cüzü olarak mevcuttur. Zaten mahallenin yerini yavaş yavaş alt kattaki üsttekinden habersiz, ölümüne, dirimine kayıtsız, küçük bir Babil gibi, her penceresinden ayrı bir radyo merkezinin nağmesi taşan apartman aldı. (...) Eski İstanbul mahalleleri artık bir hatıradır. İşin garibi, onlarla beraber toplu yaşamayı, toplu eğlenmeyi de kaybettik."
Sayfa 61 - (Tanpınar, A. H. (2008), Beş Şehir, Dergâh Yayınları, İstanbul.)
19. yüzyılın bu alanda geliştirdiği fikirler (Biyolog Georges Cuvier'in (1769-1832) Viollet-le-Duc'ün (1814-1879) mimarlık düşüncesindeki yeri gibi) artık yerini mimariyi doğal değil insan yapısı ile ilişkilendirmenin daha makul ve heyecan verici olduğu gerçeğine bırakmaya başladı. İnsan yapısı deyince akla ilk önce kültür geliyor. Basite indirgenmiş romantik anlamının dışında kültürü, insan yapısı olan her şeyin (artifact) birbiriyle olan ilişkileri olarak tanımlayabiliriz. Buna göre, bir sabanla bir heykel arasında veya bir doğrama tekniğiyle bir konuşma dili arasında birbirini etkileyen ve değiştiren bir ilişki var. Sonuçta insan gerçekliğinin kendisi de, makineyle araştırılan, sanatla yorumlanan ve dille açıklanan bir gerçeklik olduğundan, aslında bir yapıttır (artifact). Mimari de insan gerçekliğinin olmazsa olmaz bir parçasıdır, çünkü diğer yapıtların ortaya çıkışı için olmasa da gelişimi için çok gerekli bir yapıt.