"Yaz tatilinde neler yaptınız?"
Tekoşin, nasırlanmış avucunu gösterdi.
"Habire çapa salladım. Fasulye de toplayacaktım da Allah'tan okul açıldı. Okulu çok seviyorum. Tarlada çalışması yok. Ders çalışmakta ne var? Oturduğun yerde oku, ezberle dur. En kolay iş."
Bir kız ise, öyküsünün kahramanı olan ve o güne kadar dört kız doğurmuş, çevresinde değersiz görünen gebe kadına, bir erkek çocuk doğurtmuştu. Bir kadın için kız çocuk doğurmak bu kadar mı kötü, diye sordum.
"Hiç doğurmamak daha kötü," dedi, zayıf bir sesle.
“Dünyayı bir sahne gibi düşünelim. Herkesin kendi dilinden yaşadığı kusursuz bir öyküsü var. Bir insanla yakınlığımız, yaşadıklarımızın derinliği kadar onun oyununu, öyküsünü görebiliriz. Bazılarını çok, bazılarını daha az.”s.184
Oyun alanları tarlalar, oyuncakları tarla taşları, pancarlar, ekin demetleri olan, masallarını kuşlardan, ninnilerini yıldızlardan dinlemiş, rüzgarı arkadaş bilmiş köy çocuklarının öykülerine bulaşan yaşam kesitleriydi hepsi de.
"Sonra bir gün dama çıktım. Okula göndermezseniz kendimi öldüreceğim, dedim. Mecbur yazdırdılar okula. İnan abla, atacaktım kendimi aşağı. Bizi zora koşuyorlar. Benim 13 yaşındaki arkadaşımı 35'lik kocaya verdiler, kız fare zehri içti. Çalışsam da kafama bir şey girmiyor. Hep evin sorunlarını düşünüyorum. Suyumuz bile yok, abla. Su taşı taşı, belim eğrildi. Bu yaz evlere su gelecekmiş sözde."