İslam düşünce tarihini dikkatli bir gözle incelediğimizde, çağdaş düşünür El-Cabiri'nin de bir yerde önemle vurguladığı gibi, üç ana damardan veya akımdan bahsetmek mümkün:
Birincisi, bürhani (felsefe), ikincisi, beyani (fıkıh), üçüncüsü irfani (tasavvuf). Ya da meşşai (kelam), işraki (tasavvuf), selefi (fıkıh).
Tarih boyunca bu üç ana damar
Bizim hakikat anlayışımız mutlak olmayıp anlayışımızın tarihi şartlarına, anlama eylemimizin altında yatan niyetimize, bakış açımıza, dilimize, yorumumuza ve diğer hakikat anlayışları ile olan ilişkimize bağlıdır.
Hakikat, bütüncül (yekpare) ve açısız fakat o hakikatin muhatabı konumundaki insan aklı parçalı ve açılı.
Parça bütünü içine alamadığı gibi insan veya insan grupları da (dinler, mezhepler, cemaatler, ideolojiler) hakikati bir başına içine alamaz, kuşatamaz, temsil edemez. Böyle bir güçleri yoktur çünkü.
“Hakikat, benim bakış açımın bana gösterdiklerinden ibarettir” diyen, her şeyden önce hakikate zulmetmiş olur.
Çünkü her insanın veya insan gruplarının bütüncül olan hakikati temessül (yansıtma, iletme) etme yetkileri var; temellük (mülke edinme, üzerine oturma) etme yetkileri yok. Olamaz da.
Zira hakikati, temellük etme yetkisi ve ehliyeti ve salahiyeti ve liyakati ve kudreti sadece Allah'ındır.
Biz dindarlar açısından hakikat diye tanımladığımız o nazenin şeyin bizzat kaynağı O'dur çünkü.
İnsanların -mütevazice- hakikate ayna olmaya hakları vardır, amma özel aynasında kendine yansıyan hakikat daneciklerini - mütekebbirce- biricik ve tek hakikat olarak görme ve öylece ilan etmeye hakları yoktur.
...
Biz yaratılmışlar hakikate dokunabiliriz sadece, onu avuçlayamayız.
Zirveler, soğuk ve ürkütücü diyor çağının vicdanı nihilist derviş Nietzsche.
“Entelektüel Yalnızlık” dedikleri galiba bu.
Sürüden kopup zirveye talip olmak. Yani dipsize, bilinmeze, sonsuza.
Gerçek dindarlık ya da bilgelik bile yalnızlığın ve hüznün çocuğu. Yalnızlığın. İnzivanın. Uzletin. Yani Sina'nın. Hira'nın. Olemp'in.
Hüznü ve inzivası olmayanın dindarlığından kuşku duymalı.
Tanrı bile elçilerini hep şahikalara, zirvelere, uçurumlara çağırır. Konuşmak için, diyalog için, emirlerini tebliğ için. Bu duygular soylu zekalar için geçerli.
Günlük elbise değiştirir gibi düşünce değiştiren fikir zamparaları' için değil.
Düşünce bedel ister, haysiyet ister, kan, ter, emek ve sancı ister. O, sunulmaz bulunur...”
(Entelektüel Yalnızlık, s.61)