1966 yılından itibaren Avrupa'dan, ABD'ye ve Japonya'ya dek yayılan öğrenci hareketleriyle birlikte sanayileşmiş ülkelerde devrimci şiddet yeniden gündeme gelir. 68 Mayıs patlaması gerilla mücadelelerinin ortaya çıkması izler. Böylece gelişmiş kapitalist ülkelerde görünürdeki toplumsal barışın ne kadar kırılgan olduğu bir kez daha anlaşılır. RAF
Kendi gerçeğimizi ve dışımızdaki gerçeği ne kadar iyi kavrarsak, bireysel ve kolektif yalanlarımız o kadar az olur. Kendi gerçeğimizi değiştirmeyi ne denli başarırsak o denli dürüst oluruz kendimize, yakınımızdakilere ve kolektif yaşamımızdakilere. Yalan, bu toplumsal yapının özünde vardır. Şairin dediği gibi; bu düzende ses yalan söyler, söz yalan söyler, kitap, anten, gazete yalan söyler. Yalanlarla sarmışlardır bizi, zehir ve ölüm saçan yalanlarla. Ama bir şey öğretmemişlerdir, yalansızlığa, sevgiye, umuda ve güzelim dostluğa dair. Yalan vahim ve çürütücüdür bu yüzden. Tıpkı kendi öznelliğimizin yol açtığı yanılsamalarımız gibi. Dışımızdaki yalanlarla kavga etmekteyizdir, dünyayı değiştirme işine katıldığımız andan itibaren. Asıl esas kötüsü, kendimize dair yalanlarımızdadır. Bu durumda çoğu kez yalan söylediğimiz, aldatmaya çalıştığımız insan kendimizden başkası değildir. Bir yanımız yalanlarımıza sarılırken diğer yanımız gerçeklerle sarsılır bu yüzden. Yanılsama ve yalan bir madalyonun iki yüzü gibidir aslında. Kanarız ve kandırırız, aldanır ve aldatırız.
Ve sanat da tekeller dünyası tarafından oluşturulan kültür endüstrisinin bir parçası durumundadır. Böyle bir pozisyonda sanat; en kötü bir bilinç yönlendirme araçlarından biri durumuna getirilmiştir.
Sanatın, kimileri karşı çıkar görünse bile, düşündürmek ve bilinçlendirmek gibi objektif bir işlevi vardır. Sanat ürünleri kitlelere yöneldiği oranda onların bilinçlenmesine, toplumsal gerçeklerin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunur.
Sanat, insan ile nesnel gerçekliği arasındaki estetik bağ olarak tanımlanabilir. Sanatın tıpkı felsefe gibi günlük yaşamın, günlük yaşamdaki düşünme pratiğinin çok uzağında düşünülmesi yanıltıcıdır. Felsefeyi; "içinden belli bir davranış şekli çıkarılan genel bir dünya görüşü" olarak görürsek, sanatı; dünyayı bilmenin ve dönüştürmenin yollarından biri olarak anlarsak, bu kavramları yaşamın bütünlüğü bağlamına oturmuş oluruz. Ancak, bu yetmez. Felsefe ve sanatı, mücadelenin insanları açısından yaşamsal olduğunun bilinciyle devrimci işin bir parçası olarak pratiğe geçirmek gerekir.
Kuşkusuz sanatı bu kadar etkin kılan, insanlaşmanın unsurlarından biri oluşudur. Manipüle edildiğinde insanlaşmaktan çıkarmanın yollarından biri de olabilmektedir pekala. Şimdi olan da budur.