Ebu'l Ğarif anlatıyor: Hz. Hasan'ın ordusu içinde, Şamlılara karşı savaşıyorduk. Hiddet ve öfkeden dolayı kılıçlarımızdan kan damlıyordu. Başımızda, komutan olarak Ebu'l-Amrata vardı. Hasan ile Muâviye'nin barış haberi geldiğinde, öfke ve gayzdan belimiz kırılacak gibi oldu. Hasan, Kufe'ye gelmişti. Ebû Âmir diye çağrılan biri kalktı ve Hz. Hasan'a şöyle dedi: "Ey müminleri zillete düşüren!" Bunun üzerine, Hz. Hasan "Öyle söyleme ey Ebû Âmir! Ben, müminleri zillete düşürmedim. Ben, sadece saltanat arzusuyla onları öldürmeyi çirkin gördüm, o kadar!" diye karşılık verdi.
Muaviye ile Hz. Hasan arasında sulh gerçekleşince, Muaviye Hz. Hasan'a şöyle dedi: "Kalk da insanlara konuşma yap, içinde bulunduğun vaziyeti izah et."
Hz. Hasan kalktı ve halka şöyle hitap etti: "Allah'a hamd ederim ki, bizi barışa sevk etti ve birbirimizin kanına girmeyi engelledi. Dikkat edin, aklın en iyisi takvadır. Âcizliğin de en kötüsü taşkınlıktır. Muaviye ile ihtilâfa düştüğümüz bu idare meselesine gelince, belki o, bu göreve benden daha lâyıktı; belki de bu görev benim hakkımdı. Şunu belirtmeliyim ki; ben, o vazifeyi, Allah için ve Ümmet-i Muhammed'in salahı için ve ümmetin kanları dökülmesin diye terk ettim."