Başkasına yargıçlık etmeye hakkın olmadığını asla unutma. Çünkü suçluyu yargılayan yargıç kendisinin de karşısında duran kadar suçlu olduğunu, o adamın işlediği suçta belki herkesten çok sorumlu olduğunu bilmelidir. Saçma görünmekle beraber gerçektir bu. Çünkü ben doğru bir insan olmuş olsam karşıma bir suçlu çıkmayacaktı belki."
Hukuk Komedyası, Faruk Turinay
John Locke’un devletin kuruluşu ile ilgili kuramına bakılırsa, bir zamanlar herkes kendi hakkını kendisi arıyordu. Fakat, günün birinde, bu serbestlik kamu düzenini bozacak düzeye ulaştı. Bu yüzden, insanlar, bir toplumsal sözleşme yaparak özünde herkesin sahip olduğu cezalandırma yetkisini münhasır şekilde üçüncü makama, devlete terk ettiler. Böylece, devlet, toplumdaki cezalandırma ihtiyacı sayesinde varlığını kazandı ve ihkak-ı hak uygulaması, yerini, merkezi, resmi yargılamalara bıraktı.
Hukuk ve Edebiyat hiçbir zaman düşünmekle yetinmez, daima uygular ve üretir. O yüzden, “Almanca yerine Fransızca konuşur”. Bu deyim, düşünmekle yetinenler ile uygulayanların farkınınifade etmektedir. Fransızca konuşmak, Fransızların teorik tartışmaları aşarak devrim yapacak bir ruha sahip olmalarından hareketle pratiğe eğilimli olmayı, Almanca konuşmak ise sonsuz soyut spekülasyonlarla sarmalanmış Alman felsefesini imleyerek teorinin sınırlarından dışarı çıkamama halini karşılamaktadır.
Edebiyatla hukukun iki begonya gibi yüksek verandasını süslediği Hayat Şatosu'nun zifiri zindan koridorlarında dolaşıyoruz her gün. Elimizde sadece yaşam suyu ve mürekkeple çalışan titrek bir el feneri var. Arayıştayız pek çoğumuz,"anlam" denen o hayaletin peşinde. Kimimiz o anlamı şatonun dehlizlerine gizlenmiş evrende, aşkta ya da sanatta bulmaya çalışıyor; kimimizse hukuk, adalet veya eşitlik gibi daha ciddi şeylerde. Bir anlamın peşinde koşmayanlar, huzurun tadını çıkarıp nabzı en yavaş atanlarımız. Ne de olsa, hayatın anlamına yönelik arayış, aslında insanın iç diyaloğunu bölen huzursuzluğun yönünü keşfetmeye adanmış, duyarlı, kekeme bir dilin arayışı...