Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İki Delilik Rejimi

Gilles Deleuze

En Eski İki Delilik Rejimi Gönderileri

En Eski İki Delilik Rejimi kitaplarını, en eski İki Delilik Rejimi sözleri ve alıntılarını, en eski İki Delilik Rejimi yazarlarını, en eski İki Delilik Rejimi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Canavarları yaratan şey aklın uykusu değil, daha ziyade, uyanık ve uyku tutmayan akılsallıktır..
Gobard burada dört çeşit dil ayrımı yapıyor: ilki yerli olan, kır kaynaklı, anadil ve yurtsal; İkincisi taşıyıcı olan, tama­mıyla şehre ait, değişimin, ticaretin ve dolaşımın dili; üçüncüsü göndermeli olan, milli ve kültürel, geçmişin ye­niden kurulmasını, yeniden toplanmasını gerçekleştiren dil; dördüncüsü mitsel olan, büyülü, dinsel yahut tinsel bir toprağa havale eden. Bu dillerin bir kısmı basitçe şive, ağız, lehçe ve hatta jargon olabilir. Yalnız Gobard, asla bir karşılaştırmacı gibi hareket etmiyor. Kendisinin de içinde olduğu bir durumda, bir polemikçi ya da bir çeşit strateji uzmanı gibi hareket ediyor. Gerçekten de dillerin çatıştığı reel bir durum içine yerleşiyor. Yapıları değil, farklı diller arasından ya da aynı dil içinde, türeyen yahut tortu olarak kalan dilde rekabet eden dilin işlevlerini dikkate alıyor. Şurası kesin ki bu dört dilin haritası tarihte ve içinde bu­ lundukları ortama göre dönüşüyor. Elbette söz konusu bakış açısını takiben bu harita verili bir anda ve aynı or­tamda da dönüşebilir. Aynı zamanda pek çok dil aynı işlev için, aynı yerde rekabet edebilir, vs.
Reklam
Zira diller, yapılar tarafından belirlenmeyen fakat sadece İşlev­lerin ve hareketlerin polemik bir düzen yerleştirdikleri kaynatılmış haldedirler, Joyce’cu kuvarklardırlar. Gobard’ın hakkı var, zira söyleyecek bir şeyimiz olduğun­da kendi dilimizde bir yabancı gibiyiz.
Bilinçdışı, bilinçte filizler verecek bir özne değildir, bir üretim nesnesidir, önlenmemek kaydıyla üretilmesi gereken kendisidir. Ya da şöyle söyleyelim, nesnesi olmadığı gibi arzunun bir öznesi de yok­tur. Sadece akımlar arzunun kendisinin nesnelliğidirler. Arzu hiçbir zaman yeterli derecede yoktur. Arzu, kendisinden itibaren tarihsel sosyal bir sahada bilinçdışı akımlarının üretildiği imleyensiz işaretlerin sistemidir. Arzunun, her nerede olursa olsun, ailede ya da mahalle okulunda, sosyal alanı sorunsallaştırmayacak ya da aygıtı sallamayacak bir çatlayıp açılması mümkün değildir. Arzu devrimcidir çünkü her zaman daha fazla bağlantıyı talep etmektedir. Psikanaliz ise tüm bağlantıları, tüm düzenlemeleri kesmektedir, bunda çok kabiliyetlidir, arzudan da politikadan da nefret eder. Bilinçdışının üretimi = arzuların ifadesi = sözcelerin oluşumu = yoğunlukların mad­desi ya da özü.
Üçüncü önerme psi­kanalizin, bu sözcenin ezilmesi, arzunun yıkılması etkisini nasıl yarattığını göstermeli. İkili bir makineye sahip: öncelikle, hastanın tüm söylediğini bir başka dile çeviren bir yorum ma­kinesi, söylediği her şey başka bir şey söylüyor. Her işaretin sınırsız bir ağda, sürekli yayılma halindeki dairesel bir saçıl­mada başka bir işarete gönderme olduğu bir çeşit paranoyak bir rejim bu: imleyen olarak kurulan işaret kendisi imleyeni veren imlenene gönderme oluyor (isteri, sonsuz bir şekilde psikanalizin söylemini besleyen bu geri dönüşü ya da yankıyı sağlamak için vardır). Ve aynı zamanda, bir başka işaret reji­mini ifade eden bir öznelleşme makinesi mevcuttur: bu defa imleyen herhangi bir imlenene göre değil fakat bir özneye göre dikkate alınmaktadır. Anlam noktası öznelleşme noktası haline gelmiştir: psikanalistin kendisi. Ve bu noktadan itiba­ren, birbirlerine gönderme olan işaretlerin saçılması yerine, bir işaret ya da blok halindeki işaretler, bir sözcelem öznesi oluş­tururken, kendi çizgileri üzerinde işlemeye başlıyorlar. Sonra­sında ise, ilki bir sözce öznesi üzerine düşürülüyor -takıntılı nevroz, bu defasında, sözce öznesinin her zaman sözcelem öznesini vereceği bir süreç haline geliyor. Bu iki rejimin ya da makinenin, yorumlama ve öznelleşme, sadece birlikte varolu­şu yok karşımızda.
G. Deleuze. - Bugün pek çok güç, ticari olan ile yaratıcı olan arasındaki ayrımı reddetmeyi öneriyor. Bu ayrımı inkâr ettikçe daha anlayışlı, daha eğlenceli, daha uyanık olunduğu düşünü­lüyor. Aslında sadece kapitalizmin isteklerinden birini tercüme ediyoruz: hızlı rotasyon. Reklamcılar, reklamın modern dünya­nın şiiri olduğunu söylediklerinde, bu utanmaz öneri, insanla­rın beklentilerine yanıt verecek bir ürün oluşturmayı öneren bir sanatın olmadığını unutuyor. Reklam bir şok etkisi yarata­bilir, bunu isteyebilir, zira varsayılmış bir beklentiye cevap oluyor. Sanat ise tam tersine zorunlu olarak beklenilmeyecek, tanınmamış, tanınamaz bir üretimdir. Ticari bir sanat yoktur, bunun hiçbir anlamı yok. Elbette popüler sanatlar var. Finansal bir girişimi gereksinen sanatlarda, sanatların bir ticareti de var, fakat ticari sanat diye bir şey yok. Görünüşte her şeyi zor­laştıran bir şey, çünkü aynı form hem yaratıcı olana hem de ticari olana hizmet ediyor.
Reklam
G. Deleuze. - Bu çok garip çünkü imajın şimdide olmadığı bana çok açık gözüküyor. Şimdide olan imajın “tasvir” ettiği, imajın kendisi değil, imaj, şimdinin, ya ortak bir çoklu olarak ya da en küçük bölenler olarak, sadece içinden çıktığı zaman ilişkilerinin bir bütünü. Zaman ilişkileri asla sıradan algıda görülmemiştir, fakat yaratıcı olduğu anda imajda görülebilir­ler. İmaj, şimdiye indirgenemez zaman ilişkilerini görünür, hissedilebilir kılar. Örneğin, bir imaj su boyunca yürüyen bir adamı bir dağ peyzajında gösteriyor: burada, en azından, bir arada var olan üç “süre”, üç ritim, var, ve zaman ilişkisi, imaj­ daki sürelerin, imajın tasvir ettiğindeki şimdiyle asla karışma­yan birlikte varoluşudur. İşte bu anlamda, Tarkovski montaj ve plan ayrımını reddediyor, çünkü bu, sinemayı plandaki “zaman­ın baskısı” olarak tanımlıyor. Eğer örneklere bakacak olur­ sak bu çok açık: Ozu'nun bir naturemorte'u, Visconti'nin bir travellingi, Welles'teki bir derinlik sahası.
Sesin ifşa ettiği, kavramların soyut olmayışı. Kendilerine tekabül eden şeyleri değişken ve her defasında yeni bir şekil­de parçalara ayırıyorlar. Aynı zamanda kavramlar şeylerin bir şekilde algılanmasından da ayrılamazlar: bir kavram bize şey­leri başka türlü algılamayı dayatıyor. Mekâna ilişkin felsefi bir kavram, eğer mekân üzerine bize yeni bir algı vermiyorsa hiç­bir işe yaramayacaktır. Bununla beraber kavramlar yeni bir şekilde hissetmenin duygulanımlarından, olduğu gibi düşün­cenin hislerini oluşturan tüm bir “pathos”tan, neşe ve kızgınlık,ayrılamazlar.
Bir yaşamı, bireysel yaşamın evrensel ölüm ile karşılaştığı basit ana sığdırmamak lâzım. Bir yaşam her yerdedir, yaşayan her öznenin kat ettiği ve her yaşantılanmış nesnenin ölçtüğü tüm anlarda: nesnelerde ve öznelerde sadece güncellenen tekillikleri veya olayları kapıp sürükleyen içkin yaşam. Bu ta­nımsız yaşamın, her ne kadar birbirlerine yakın olursa olsun, anları yoktur, fakat sadece ara-zamanları, ara-anları vardır. Ne kalmakta ne de devamı olmaktadır, dolaysız bilincin mutlaklığında henüz gelecek ve hali hazırda gelmiş olan bir olayı gör­düğümüz boş zamanın büyüklüğünü sunar sadece.
42 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.