İki Delilik Rejimi

Gilles Deleuze

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Bilinçdışı, bilinçte filizler verecek bir özne değildir, bir üretim nesnesidir, önlenmemek kaydıyla üretilmesi gereken kendisidir. Ya da şöyle söyleyelim, nesnesi olmadığı gibi arzunun bir öznesi de yok­tur. Sadece akımlar arzunun kendisinin nesnelliğidirler. Arzu hiçbir zaman yeterli derecede yoktur. Arzu, kendisinden itibaren tarihsel sosyal bir sahada bilinçdışı akımlarının üretildiği imleyensiz işaretlerin sistemidir. Arzunun, her nerede olursa olsun, ailede ya da mahalle okulunda, sosyal alanı sorunsallaştırmayacak ya da aygıtı sallamayacak bir çatlayıp açılması mümkün değildir. Arzu devrimcidir çünkü her zaman daha fazla bağlantıyı talep etmektedir. Psikanaliz ise tüm bağlantıları, tüm düzenlemeleri kesmektedir, bunda çok kabiliyetlidir, arzudan da politikadan da nefret eder. Bilinçdışının üretimi = arzuların ifadesi = sözcelerin oluşumu = yoğunlukların mad­desi ya da özü.
G. Deleuze. - Bu çok garip çünkü imajın şimdide olmadığı bana çok açık gözüküyor. Şimdide olan imajın “tasvir” ettiği, imajın kendisi değil, imaj, şimdinin, ya ortak bir çoklu olarak ya da en küçük bölenler olarak, sadece içinden çıktığı zaman ilişkilerinin bir bütünü. Zaman ilişkileri asla sıradan algıda görülmemiştir, fakat yaratıcı olduğu anda imajda görülebilir­ler. İmaj, şimdiye indirgenemez zaman ilişkilerini görünür, hissedilebilir kılar. Örneğin, bir imaj su boyunca yürüyen bir adamı bir dağ peyzajında gösteriyor: burada, en azından, bir arada var olan üç “süre”, üç ritim, var, ve zaman ilişkisi, imaj­ daki sürelerin, imajın tasvir ettiğindeki şimdiyle asla karışma­yan birlikte varoluşudur. İşte bu anlamda, Tarkovski montaj ve plan ayrımını reddediyor, çünkü bu, sinemayı plandaki “zaman­ın baskısı” olarak tanımlıyor. Eğer örneklere bakacak olur­ sak bu çok açık: Ozu'nun bir naturemorte'u, Visconti'nin bir travellingi, Welles'teki bir derinlik sahası.
Reklam
Zira diller, yapılar tarafından belirlenmeyen fakat sadece İşlev­lerin ve hareketlerin polemik bir düzen yerleştirdikleri kaynatılmış haldedirler, Joyce’cu kuvarklardırlar. Gobard’ın hakkı var, zira söyleyecek bir şeyimiz olduğun­da kendi dilimizde bir yabancı gibiyiz.
Üçüncü önerme psi­kanalizin, bu sözcenin ezilmesi, arzunun yıkılması etkisini nasıl yarattığını göstermeli. İkili bir makineye sahip: öncelikle, hastanın tüm söylediğini bir başka dile çeviren bir yorum ma­kinesi, söylediği her şey başka bir şey söylüyor. Her işaretin sınırsız bir ağda, sürekli yayılma halindeki dairesel bir saçıl­mada başka bir işarete gönderme olduğu bir çeşit paranoyak bir rejim bu: imleyen olarak kurulan işaret kendisi imleyeni veren imlenene gönderme oluyor (isteri, sonsuz bir şekilde psikanalizin söylemini besleyen bu geri dönüşü ya da yankıyı sağlamak için vardır). Ve aynı zamanda, bir başka işaret reji­mini ifade eden bir öznelleşme makinesi mevcuttur: bu defa imleyen herhangi bir imlenene göre değil fakat bir özneye göre dikkate alınmaktadır. Anlam noktası öznelleşme noktası haline gelmiştir: psikanalistin kendisi. Ve bu noktadan itiba­ren, birbirlerine gönderme olan işaretlerin saçılması yerine, bir işaret ya da blok halindeki işaretler, bir sözcelem öznesi oluş­tururken, kendi çizgileri üzerinde işlemeye başlıyorlar. Sonra­sında ise, ilki bir sözce öznesi üzerine düşürülüyor -takıntılı nevroz, bu defasında, sözce öznesinin her zaman sözcelem öznesini vereceği bir süreç haline geliyor. Bu iki rejimin ya da makinenin, yorumlama ve öznelleşme, sadece birlikte varolu­şu yok karşımızda.
Canavarları yaratan şey aklın uykusu değil, daha ziyade, uyanık ve uyku tutmayan akılsallıktır..
Reklam
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.