İkili Anlaşmaların İçyüzü

Haydar Tunçkanat

İkili Anlaşmaların İçyüzü Gönderileri

İkili Anlaşmaların İçyüzü kitaplarını, İkili Anlaşmaların İçyüzü sözleri ve alıntılarını, İkili Anlaşmaların İçyüzü yazarlarını, İkili Anlaşmaların İçyüzü yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Burada Amerika’ya personel eğitim kursuna giden bir hava yüzbaşısının tanık olduğu olayı nakledeceğim: Amerika dışında vazife almış bir Amerikan astsubayına gideceği ülkede nasıl hareket edeceği konusunda talimat veren görevli Amerikan subayı, sıra götüreceği eşyaya gelince şöyle diyor: “Senin ev eşyanı gideceğin ülkeye Amerikan Hükümeti sembolik denecek küçük bir ücretle ulaştırmaktadır. Amerikan halkının refahını artırmak için gönderildiğin ülkede eşyasını satarak Amerikan işçisinin emeğini değerlendireceksin.” Amerika nasıl zenginleşiyor? Ve Türkiye neden soyulup fakirleşiyor? İki sorunun cevabını da bu küçük hikâyenin içinde bulmak mümkündür.
Sayfa 186Kitabı okudu
Türkiye'nin NATO'ya kabul edilmesinden sonra (13 Şubat 1952) Türkiye'de kurulan Amerika Birleşik Devletleri'ne ait üs ve tesisler, NATO Antlaşmasının 3. maddesi uyarınca yapılmış ikili anlaşmalara dayandırılmıştır. İkili anlaşmalara göre Türk toprakları üzerinde kurulan üs ve tesisler, Amerikalılar tarafından işgal edilerek yönetilir.
Sayfa 148Kitabı okudu
Reklam
Hindistan'ın, Pakistan'a saldırdığı 6 Eylül 1966'da başlayan savaşta, bu İşbirliği Anlaşması'nın dolaysız saldırılara karşı da işlemediği ortaya çıkmış oldu. Pakistan'ın yardım çağrısına CENTO üyesi Türkiye ve İran, sadece ilaç, doktor ve hastabakıcı göndermekle cevap vermişler. İngiltere ve Amerika ise çağrıyı cevapsız bırakmışlardır. Bu anlaşma, Ortadoğu'da İngiliz ve Amerikan çıkarlarını korumak amacıyla onlarla işbirliğinde bulunan ülkelerdeki hükümetleri iktidarda tutmak amacını gütmektedir. Eisenhower Doktrini'nin de amacı budur.
Sayfa 135Kitabı okudu
47 yıl önce Dumlupınar'da kazanılan büyük zafer, iktisadi zaferle donatılmadığı için Türk ulusu bilinçsiz ve beceriksiz yöneticiler elinde bir kuşak sonra tekrar Dumlupınar ve Lozan zaferlerini kazanmak için zorlu bir savaş vermek zorunda kalacaktır. Bu gerçeği bilerek Türk ulusu emperyalizm ve dış sömürüye karşı savaşa hazırlanmalıdır. Bu savaşı kazanmadan Türk ulusunun kalkınması ve çağdaş uygarlığa ulaşması mümkün değildir.
Görülüyor ki sistemli çalışan ve çok hesaplı hareket eden Amerika, elden çıkaracağı her şeyden ne yolda ve nasıl kendisi için en çok yarar sağlayabileceğini, kanunlarla tespit etmekte ve bunu yapacağı ikili anlaşmalarla temel olarak uygulamaya geçmektedir. Buna karşılık TC Hükümeti kendi üreticisinin çıkarlarını korumak şöyle dursun Türk ulusunun tüm çıkarlarını dahi düşünmeksizin Amerika’nın, yoksul Türk halkının sırtından daha fazla kazanması için onlara gümrük ve vergi muafiyetleri tanıyan kanunlar çıkararak yardımcı olmaktadır. Zengin ve kalkınmış Amerika ile yoksul ve kalkınmamış Türkiye arasında ulusal çıkarların korunması bakımından ne kadar büyük gelişmeler olduğu açıkça görülmektedir.
Kendi öz ürünümüz zeytinyağının sabun yapımında kullanılmasını bir kararnameyle yasaklayarak onun yerine Amerika'dan satın alınan domuz karışımı don yağının kullanılması mecburiyetini getiren DP Hükümeti, Amerika'ya pazar olma uğruna Türk zeytinyağı üreticilerini de açlığa ve yoksulluğa mahkûm ediyordu. Türkiye'de pazarı olmayan Amerikan don ve soya yağlarına pazar açmakla hükümet Türkiye'nin ve Türk halkının çıkarlarına aykırı olan bu anlaşmanın uygulanmasına geçiyordu. Zengin Amerikan çiftçisinin daha zenginleşmesi için Türkiye'nin de sömürülmesi zorunluydu ve bunun için de yoksul Türk çiftçisi, zeytincisi kendi hükümeti eliyle yoksulluğa itiliyordu.
Reklam
Türkiye'ye gelen her Amerikalı dosttur, müttefiktir. Hele Türkçe “Merhaba Asker” veya "Türkler çok kahramandır, Kore'de çok iyi dövüştüler” dediği anda o Amerikalı için Türkiye'de açılmayacak kapı, yapılmayacak iş yoktur. Türk basını bu Amerikalının büyük boy resimlerini ilk sayfalarına basarak övmekle bitiremez. Oysa Amerikan basınında aylarca Türkiye için bir haber bile çıkmaz. Hiçbir yabancının düşünemeyeceği kadar garip, çektiği bütün acılara ve düştüğü felaketlere rağmen gerçek yönüyle ne kendisini ne de yabancıları tanımayan ve tanıması da istenmeyen, bu dünyada nurlu ufuklar öbür dünyada cennet vaatleriyle avutularak içten ve dıştan sömürülen yoksul insanlarla dolu garip bir ülkedir Türkiye. Fakat bu talihsiz ulusun kaderi bu değildir ve bu böyle devam edemez. Az gelişmiş veya geri bırakılmış ülkeler geri kalmışlığın nedenlerini iyi bilmekte ve milliyetçilik akımları kuvvetlenerek komünistleri bile etkileyerek birbirinden ve Moskova'nın güdümünden koparmaktadır. Emperyalizm ve sömürüye karşı bütün dünyanın mazlum ulusları yer yer ayaklanmaktadır. Bu çağda Kurtuluş Savaşı'nı Mustafa Kemal'in önderliğinde 40 yıl önce başlatmış olan Türkiye’nin kaderi bu olamaz. Türk ulusu, çağdaş uygarlığa ulaşmak için bilinçli ve zorlu bir savaş vermeye mecburdur.
27 Şubat 1946 yardım anlaşmasıyla Türkiye sınırları dışında bulunan ve Amerika'nın işine yaramayan savaş artığı malzemeyi satın almak şartıyla Amerikan Hükümeti, on yıl vadeli 10 milyon dolar krediyi Türkiye Hükümetine açmaktadır. Gerçekte Amerikan Hükümeti, Türkiye'ye para yerine on milyon dolarlık kullanılmış, savaş artığı tasfiye halinde malzeme verecektir. Ayrıca bu borçlanma için yüzde 2.3/8 faiz ödenecektir. Ve bu faiz dahil olmak üzere yıllık taksitlerin resmi kur üzerinden Türk lirası olarak ödenmesini de ABD isteyebilecektir. Merkez Bankasına yatırılacak olan bu Türk liraları, Birleşik Devletlerin arzusuna göre harsi, terbiyevi ve insani gayelere Amerika'nın Türkiye'deki masraflarıyla Türkiye'deki Amerikan memurlarının ücretlerinin ödenmesinde kullanılacaktır. Görülüyor ki Amerika, kendi ülkesinden bir kuruşluk döviz dahi çıkarmadan Türkiye'deki masraflarını Türk parasıyla ödeyebilecektir.
Başlangıçta değişik adlar altında yapılan ikili anlaşmaların sayıları az olduğundan bağımsızlığımızı kısıtlamaları ve yabancıların içişlerimize karışmaları da o ölçüde az hissedilmiştir. Fakat zamanla anlaşmaların sayıları ve getirdikleri ağır şartlar arttıkça bozulan iktisadi durumun da etkisiyle Türkiye, yardım perdesi arkasında yabancının dolarına, buğdayına, silahına, yedek parçasına, kredisine, teknik elemanına ve aklına muhtaç bir duruma gelerek siyasi, iktisadi, adli, askeri ve kültürel bağımsızlığını bir hayli yitirmiştir.
Mustafa Kemal, 9 Haziran 1921'de Fransız Hükümetinin temsilcisi olarak Ankara'ya gelen Bay Franklin Boullion, o zamanki Türkiye'nin tam bağımsızlıktan ne anladığını şöyle açıklıyor: Tam bağımsızlık elbette siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksun olması demektir.
137 öğeden 81 ile 90 arasındakiler gösteriliyor.