Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İslam Medeniyeti

Will Durant

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Orta Doğu'lu Yahudiler, Müslümanları kurtarıcı gibi karşılamıştı. Her şeyden önce hürriyetleri daha fazlaydı, Kudüs’te istedikleri şekilde ibadet edebiliyor, İslâm idaresi altında, Asya'da, Mısır’da ve Ispanya'da büyük bir refaha kavuşabiliyorlardı. Halbuki Hıristi­yan idaresi altındayken bu refahı akıllarından bile ge­çiremezlerdi. Batı _Asya
Ebû Bekir'den, Me’mûn’a kadar, ilk halifeler, büyük mcvsaha üzerindeki insan hayatını düzenlediler;bunlar tarihin en muktedir hükümdarları arasında sa­yılabilir. Moğollar, Macarlar, İskandinav haydutları gibi onlar da her tarafı mahvedebilir, her şeyi zapte­dip, müsadere edebilirlerdi. Onlar böyle yapmadılar, basit vergiler koymakla yetindiler. Ömer, Mısır’ı fet­hettiği zaman, Zübeyr’in ülkeyi arkadaşları arasında bölüştürmek tekilifini reddetti ve kendi fikrini şöyle açıkladı: Varsın ülke bildiği gibi yaşasın ve halkın el­lerinde faydalı olsun.» Halifelerin idaresi altında, toprak işlendi, arşivler muntazam olarak tutuldu, kanallar ve yollar yapıldı, nehirlerin taşmasına karşı tedbirler alındı, bugün bir çöl halinde olan Irak, o zamanlar bir cennet bahçesi gibiydi; bugün kum ve taş deryası olan Filistin o de­virde kalabalık, verimli ve müreffehti. Şüphesiz bütün rejimlerde olduğu gibi, o devirde de kuvvet ve kabili­yet, zayıflık ve geriliğe hakimdi. Ama halifeler iş haya­tını himaye ediyor, kabiliyeti olanların gelişmesini sağlıyorlardı. Ülkeyi, asırlar boyunca, hiç bir zaman göremeyeceği derecede geliştirdiler; öğretime, edebi­yata, ilme, sanata ve felsefeye gerekli değeri vererek Batı Asya’yı beş asır boyunca dünyanın en medenî yeri haline getirdiler.
Reklam
Bir çok dinlerde olduğu gibi, İslâm'da da bütün mezhepler, kendi sinelerinde barındırdıkları başka din mensuplarından daha çok birbirlerine karşı düş­manlık hissediyordu. Başka dinden olanlara gelince; Emevîler, kendilerine tâbi olan başka din mensupları­na (Zımmîler) çağdaş Hıristiyan dünyasında bile na­diren görülen bir müsamaha gösterdiler. Bunlar kendi dinlerinin ibadetlerini serbestçe yapabiliyor, kiliseleri­ni muhafaza ediyorlardı. Tek şart, bal rengi bir elbise giymeleri ve gelirlerine göre şahıs başına senede bir ilâ dört dinar (4,75 il-â 19 dolar) bir vergi ödemeleriy­ di. Bu para da ancak askerî hizmete elverişli gayri müslimlerden alınırdı. Rahipler, kadınlar, çocuklar, köleler, ihtiyarlar, körler ve çok fakirler bundan muaf olduğu gibi İslâm cemaati menfaatine toplanan yüzde iki buçuk vergiden de muaftılar; üstelik hükümetin himayesi altında bulunuyolardı. Bunların şahitliği İs­ lâm mahkemelerinde kabul edilmezdi; ama kendi reis­leri, kanunları ve hakimleri muvacehesinde kendi hak­larında diledikleri gibi karar verebilirlerdi. Daha son­ ra gelenler arasında zaman zaman daha sert davranan­lar oldu Emevîler genellikle müsamahakârdı. Abbasîlerde de müsamahakâr ve sert davrananlara rastlandı. I. Ömer, bütün Yahudileri ve Hıristiyanları, İslâm'ın kutsal toprağı olan Arabistan’dan çıkardı. Ama Mısır da daha önceki Bizans idaresi tarafından Hıristiyan kiliselerine yapılan yardımı ödemeye devam etti.
Nazari olarak Muhammed’den sonra gelen nesil boyunca, İslâm eski anlamıyla demokratik bir cumhuriyetti. Bütün ergin ve hür erkekler hükümdarın seçimine yahut, siyasette yapılacak bir değişikliğin oylanmasına katılırlardı. Ancak aslında, halife, Medi­ne’nin ileri gelenlerinden bir grup tarafından seçilir, siyaset de onlar tarafından kararlaştırılırdı. Bunun, böyle olması da lâzımdır. Çünkü insanlar, yaradılış­tan, dikkat ve zekâ bakımından eşit değildir. Dolavısıyle demokrasinin de izâfî olması lâzımdır. Diğer ta­raftan ulaştırma imkânları zayıf, öğrenimin sınırlı ol­duğu yerlerde bir oligarşi kurulması tabiidir. Demokra­si ve savaş birbirine düşman olduğundan, İslâm fütu­hatı, haliyle tek kişinin iktidarını gerektirirdi. Örfî bir yayılma siyaseti, kumanda birliğini ve çabuk karar vermeyi gerektiriyordu. Emevîler zamanında idare açıkça monarşi hâline geldi ve halifeler verasetle veya silâhların hükmüyle iş başına geldiler.
Ebû Muhammed ibni Hazm (904—1064) Emevîlerin son veziri olmak görevinin ya­nında gerçek bir tarihçi ve ilim adamıydı. Onun «Din­ler ve Mezhepler Kitabı» mukayeseli din çalışmaları üzerinde yazılan ilk kitaptı. Bu eserde, muharrir, Ju- daizm, (Yahudilik), Hıristiyanlık, Zoroastrizm (Zer- düştlük) ve Müslümanlığın çeşitli mezheplerini karşı­laştırıyordu. Bilgin bir Müslümanın Ortaçağ Hıristiyanlığı hakkındaki fikirlerini öğrenmek için bu eserden, şu satırları okumak kâfidir: «İnsanoğlunun bâtıl inancının bizi tahrik etmesine lüzum yoktur. En kalabalık ve en medenî memleket­ler buna esir olmuştur... Hıristiyanların sayısı, ancak Allah’ın bileceği kadar çoktur. Bunlar ünlü filozoflar ve değerli hükümdarlarla iftihar edebilirler. Ama yi­ne de üçün bir ve birin üç olduğuna inanırlar. Yani üçten biri baba, diğeri oğul, öbürü de ruhtur. . Baba oğuldur ve oğul değildir. îsâ Allah'tır ve Allah değil­dir. Mesih ezelden beri vardır, ama yine de yaratılmış­tır. Bunların mezheplerinden biri Yarada'nın kırbaçlan­dığını, çarmıha gerildiğini ve kâinatın üç gün sahipsiz kaldığına inanır.»
Biruni
îster eski âdetler, ister partizan davranışlar, ister rekabet ya da karşısındakini etkisi altına almak isteği olsun, insanları gerçeği gör­mez hale getiren her türlü sebebi ortadan kaldırmalı­yız.
Reklam
Ebû Bekr şöyle diyordu: Alicenab olun; kadınları, ihtiyarları ve çocukları öldürmeyin; meyva ağaçlarına, ekin mahsulüne, hayvanlara zarar vermeyin; düşmana karşı bile olsa verdiğiniz sözü tutun.»
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.