Günümüzde “İslam Eğitim Felsefesi” adı altında kalem oynatanlar ve düşünce serdedenler, İslam dünyasında felsefe ile ilgilenenlerin büyük çoğunluğunun yaptığı gibi genelde Batı felsefesini temel alarak “İslam Eğitim Felsefesi”ni yapılandırmaya ve izah etmeye çalışmaktadırlar. Halbuki çok iyi biliyoruz ki İslam dünyasında felsefi çalışmalar, ancak Halife Mansur döneminden itibaren yapılan tercümelerden sonra başladığını söyleyebiliriz. O halde şu soruyu sormanın zamanı gelmiştir: Resulullah döneminden itibaren Mansur zamanına gelinceye kadar yaklaşık bir asrı aşkın bir süreçte, İslam eğitiminin bir felsefesi ya da diğer bir ifade ile İslam eğitimini besleyen bir düşünce yok muydu? Ya da başka bir ifadeyle bu zaman zarfında eğitim anlayışı, tesadüfi bir şekilde mi işliyordu? Hiç kimse, İslam aleminin bu döneme gelinceye kadar eğitimini kör ebe oynayarak oluşturduğunu iddia edemez. Resulullah döneminden itibaren İslam eğitimini şekillendiren ciddi ve de sınırları çizilmiş bir anlayış ve düşünce mevcuttu. Kaldı ki, felsefi eserlerin tercüme edildiği döneme gelinceye kadar, zaten İslam eğitiminin temel anlayışı şekillenmiş ve temel eğitim kurumları oluşmuş durumdaydı. Bu dönemde oluşan eğitim anlayışı, zamanla değişik şekil ve tarzlarda uygulansa ve ortaya konulsa bile, Kur’an’dan beslenmeye ve Resulullah (s.a.v.) döneminde atılmış temellerden sapmamaya çalışmıştır.
İslam eğitimini şekillendiren kendine has düşünce yapısı ve felsefesi vardır. Bu anlayışın en köklü ve sağlam kaynağını Kur’an-ı Kerim ile Resulullah’ın (s.a.v.) sünneti oluşturmaktadır. Bu İlahi ve Nebevi kaynağın beslediği ve yönlendirdiği eğitim anlayışı, asli yapısından çok şey kaybetmeden asırlar boyu sürüp gelmiştir. Burada ortaya koymak istediğimiz şey, İslam’ın ruh ikliminden beslenen eğitim düşüncesini ortaya koymaya çalışmaktır.