Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İslam Medeniyetinin Kurucuları Said Nursi

Colin Turner

En Yeni İslam Medeniyetinin Kurucuları Said Nursi Sözleri ve Alıntıları

En Yeni İslam Medeniyetinin Kurucuları Said Nursi sözleri ve alıntılarını, en yeni İslam Medeniyetinin Kurucuları Said Nursi kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Said Nursi'nin temel odak noktası bireyin imanı üzerineydi: Kolektif huzur ve güvenlik bundan doğar ve topluma tepeden empoze edilemez.
Sayfa 110Kitabı okudu
Said Nursi'nin İttihad-ı İslâm'a karşı gözlemlediği engeller den birisi Doğunun insanları arasında Batının milletlerini taklit etme tutkusuydu. “Bir ihtiyar hocaya tango bir kadın libası giydirilmediği gibi, körü körüne taklit dahi çok defa maska ralık olur" (Nursî, Mektubat, s. 454), Çeşitli risalelerinde Said Nursî, Asya ülkelerinin, Avrupa'yı körü körüne taklit etmesi rini eleştirir. Ona göre Doğunun insanları sonuç olarak karak terlerini yitiriyorlardı. Bu Said Nursi'nin Avrupa tarafından üretilen her fikir ve yeniliği reddettiği şeklinde anlaşılmamalidir. Doğrusunu söylemek gerekirse Said Nursi, Avrupanin cumhuriyet ve meşrutiyet dahil olmak üzere bir çok demokratik ve insanî kurumlarının taraftarıydı. Onun reddettiği, Batinin niteliksiz ideolojilerinin İslâm toplumlarının üzerindeki etkisi düsünülmeden kendi hatırına benimsenmesidir.
Reklam
İnsanoğlunun yaratılışı, sadece Yaratıcının varlığını kabul etmesi ve bir takım ibadetler yoluyla onun kanunlarina itaat etmesi amacına bağlı değildir. Said Nursi için Allah kabul edilmesi gereken bir prensip ya da itaat edilmesi ken kanunlar koyan birisi değildir. Kur'ânda tasvir edilen Allah; sonsuz, hiçbir kayıtla mukayyet olmayan (mutlak), teorik açıdan (künhüyle) anlaşılamaz ve nihai olarak bu kavramlar gerçek anlamı çerçevesinde idrak edilemez bir Zât olduğu halde, O, yarattığı mahluklar ile bilinebilir ve daha da önemlisi, onun hakikati Allah'a yaklaşmaya muktedir olan ve doğrudan Allah ile bağlantılı olarak (imago Dei) yaratıldığından dolayı, kendi varlığının hakiki kaynağı olan Zât ile iştirak edebilme kapasitesi taşıyan insan tarafından tedricen idrak edilebilir. Kur'ån tarafından ima edilen ve Risale-i Nur'un da bu yüzden üzerinde durduğu kozmolojide, bir tecelliden ibaret olan insa nin yaratılış gayesi, kendisinde tecelli eden Zat'ı idrak etmesi ve anlamasıdır. İnsan bu vazifeyi icra ederek, kendi varlığının, varoluşla ilgili muammasını çözecektir.
Bununla birlikte, bizler manevi kavramının son derece açık ve anlaşılır özellikle de, en azından Islami bir anlam ver manalarından-Özellikle de çevresinde, 'maddi ve 'manevi' ya da yanıltıcı bir şekilde hålå dünyevi olanla dini olan arasındaki bir çeşit yanlış sınıflandırmaları akla getiren teşebbüslerden-uzak durmaya ihtiyaç duyduğumuz bir ortamda, bu mevzubahis bile edilemez. Tartışmaya açık kalmak kaydıyla, Islamda "manevi" kelimesinin işe yarar bir tanımının bulunabileceği temel öncüllerin konumlandırılacağı en münasip ve ilgili zemin, bizzat Kur'an'ın kendisidir. Şayet, manevi kelimesi ruhla bağlantılı ya da ilgili anlamında ise, o halde İslâmi vahiy, insan ruhunun yaratilmamış bir varlık olduğunu ve bizzat Allah tarafindan insana üflenmiş olduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir. Insan rahu, gayri mahluk olan Rahmanın nefesidir. Bu ruh, onun Allah ile irtibatını sağlamaktadır ve böylelikle de fani, maddi olan varlığını, alay ı illiyyine yükselterek, diğer bütün varlık rutbe yönünden üstüne cikarak yeryüzünde Allah'ın halifesine dönüştürmektedir.
Tarikat geleneğinde eğitim almış olmasına rağmen Said Nur si, bu tarikatlara karşı bir tavır içindeydi. Çünkü o, Müslümanların gönüllerine yeniden iman aşılamanın, ilahinin kendisini gösteriş biçimine dair spekülasyonlardan çok daha önemli olduğuna inanıyordu. Buna rağmen, Kur'ân anlay şi ve yorumu, mistik tarzın damgasını taşımaktadır.
Said Nursi'nin bakış açısına göre àlem-i şehadet' Cenabı Hakkın kendi kemalini seyretmek için, içinde gizli bir hazine olarak tezahür ettiği tam boy bir aynaya benziyor. Her ne kadar olsa da ilahi şe'nler noktasında bu seyretme, tepe noktasında insanın olduğu yaradılışa vesile oluyor. Said Nursi'ye göre,bütün yaratılan varlıklar bir dereceye kadar Allah'ın isimlerini tecelli ettirir.
Reklam
Sanayi Devrimi'nden sonra emperyalizmin yükselişi üzerine yazan Karl Popper şuna inanıyordu: Tarihçisi devriminden daha önce gelen, Tanri'ya karşı natüralist devrim, 'Tanrının yerine 'Doğayı geçirdi. Bunun dişında hemen herşey aynı kaldı. Teoloji, yani Tanrıbilim yerini Dogabilime; Tanrı yasaları yerini Doğa yasalarına; Tanrı iradesi ve gücü yerini Doğa iradesi ve gücüne (Doğa kuvvetlerine); nihayet, Tanrı düzeni ve yargısı da yerini Dogal ayıklanmaya bıraktı. Teolojik determinizmin yerini natüralist determinizm aldı, yani Tanrı'nın herşeye kâdir oluşunun ve her şeyi bilirliğinin yerine Doğanın herşeye kâdir oluşu ve her şeyi bilirliği geçti."
Bazı dönemlerde doğa ve fen bilimleri alanındaki önemli gelişmeler dini dövmek için bir sopa gibi Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanların-aralarında fark gözetmeksizin-zihinlerinde en değerli inançlarıyla ilgili şüpheler oluşturmak için kullanıldı. Ashur bu durumu şöyle yazar: Islam'la barışık olan bu ilimleri, kasdi olarak İslam'ın aleyhinde kullanıyorlardı. Bir medeniyet dini olan Islam'i, ilerlemeye, teknolojiye karaymış gibi gösterme gayretinin içine girmişlerdi.
Gerçekten birçok felsefeci farklı şekillerde de olsa ilâhlara ibadet etmişlerdir. Rijson, hayatın kendisini bir ilâh olarak görürken, Darwin, evrimi ilâhlaştırmıştır. Hegel, mutlak ruhu ilâh kabul ederken, Marks, diyalektik materyalizmi rab olarak tanımıştır. Durkheim'ın ilahlaştırdığı toplum,Freud'un takdis ettiği cinsiyet, Sarter'ın putlaştırdığı ferdin vücudu, zikredilen ilâh şekillerinden bazılarıdır. Bütün bunlar, kâinat sarayında Allah'ın yarattığı ve icad ettiği sosyal, hayatî, insanî ve kevnî fiil ve hareketlere takılan adlardan başka birşey değildir (Ubayd, 'Methods of Teaching in the Risale-i Nur, s. 250).
O, dinî inancın dışarıdan gelen yabancı ideolojilerin şiddetli tecavüzüne maruz kaldığı ve bu ideolojilerin topluma etkisinin Müslüman dünyasının kolektif inancını aşındırdığı, Müslümanlar arasında gafleti yaygınlaştırıp onları sekülerizm ve materyalizm ortamina ittiği bir zamanda yaşadı. Ancak, kusur sadece Müslüman dünya dışından gelen kuvvetlerden kaynaklanmıyordu.Müslümanların kendisi de körü körüne atalarına özenerek,düşünmeden, taklidi imanı alışkanlık haline getirdiler. Said Nursî salt taklidi imanı tahkiki imana dönüştürme yöntemiyle kardeşlerinin imanını sağlamlaştırmayı arzu ediyordu.
Reklam
Bir nevi tasarım temelini oluşturan drama sanatından ilham alan Risale-i Nur'a bir bina gibi yaklaşılması gerektiğini düşünüyoruz. Aslında, Risale-i Nur sadece bir bina değildir, onun yerine büyük müellifin kariyer hayatı boyunca değişik noktalarda kurulmuş büyük binalardan meydana gelen bir komplekstir. Her ne kadar son yıllarda onu ortaya çıkarmak için bazı teşebbüsler olmuşsa da Batida håla büyük ölçüde bilinmemektedir. Onun yerine kumlar altında kaybolan ve tuğlaları gitgide ortaya çıkan muhteşem bir çöl sarayına benziyor. Böyle olunca da kompleks hâlâ büyük ölçüde dokunulmamış halde duruyor.
Sonuç olarak Said Nursî vefat ettiğinde, bir buçuk milyondan fazla olduğu tahmin edilen çok sayıda Nurcu talebeleri ile birlikte Türkiye'de metin temelli iman hareketinin en güçlü kurucusu olarak biliniyordu. Mücadele, sıkıntı ve zorluklarla dolu bir hayata rağmen, yirminci yüzyılın en etkin Müslüman âlimleri ve felsefecilere destek veren, arkasında İslâm dünyası ve ötesinde milyonlarca insana ilham olmaya devam eden bir eser bırakan Said Nursî tartışmasız bir şekilde Türk İslâm'ının çehresini ilânihaye değiştirdi.
Yüksek ilmi heyet Ankara Diyanet İşleri Müşavere Heyeti âzâsından Dersiâm ve Profesör Yusuf Ziya Yörükan,Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü Müdürü Necati Lügal ve Türk Tarih Kurumu ve Türk-İslâm Kitapları Derleme Heyeti âzâsından Yusuf Aykut'tan oluşuyordu. Heyetin raporu beklenmedik bir biçimde Risale-i Nur'un onda dokuzunun iman hakikatlerinin ilmi bir açıklaması olduğunu onaylayarak, bu eserlerin yalnızca dinî mahiyetli olduğu için yasaklanmasına gerek olmadığını belirtti.
Palulu Nakşibendi Seyh Said, Said Nursî'nin de ayaklanmaya katılmasını istedi,fakat Said Nursî bu isteği geri çevirdi ve şöyle bir yazılı cevap verdi: Türk milleti asırlardan beri İslâmiyetin bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir. Böyle birmilletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslümanız, onlarla kardeşiz, kardeşi kardeşle çarpıştıramayız. Bu şer'an caiz değildir. Kılıç, haricî düşmana karşı çekilir. Dahilde kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegâne kurtuluş çaremiz, Kur'ân ve iman hakikatleriyle, tenvir ve irşad etmektir. En büyük düşmanımız olan cehli izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Zira akim kalır. Birkaç cani yüzünden binlerce masum kadın ve erkek telef olabilir
Said Nursî, 1920'de kurulan Yeşilay Cemiyeti ve Ocak 1921'de kurulan Cemiyet-i Müderrisin gibi cemiyetlerin kuruluşunu da destekledi. Ayrıca bir Kürt devletinin kuruluşun da rol alması da istendi. Said Nursî bu teklife sıcak bakmayarak rivayete göre şöyle cevap verdi: “Kürdistan teşkil etmek değil, Osmanlı İmparatorluğu'nu ihya edelim."
19 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.