18. yüzyılın ikinci yarısından sonra Batı'nın yükselişi ile başlayan modernite, Avrupa'nın, kendini dünyanın geri kalan toplumlarından üstün görmesine sebep olmuş; bunun sonucu olarak da Avrupa, diğer toplumlara müdahale ve diğer toplumları kendine benzetme hakkını kendinde görmüştür. Bu bir yerde "beyaz adamın yükü"dür.
"Beyaz adamın yükü' aynı zamanda, karşıdakinin ne istediğine bakmaksızın onun yerine "iyi ve doğru olan"a karar vermeyi de içermektedir. Zira karşıdaki kendisi için neyin iyi neyin doğru olduğunu dahi bilmemektedir (!)
İlginç olan ise Batı'nın, "öteki"ni zorla da olsa kendine benzetme hakkını, bazı Müslüman aydınların da savunmasıdır.
Ahmet Muhtar'ın 1912'de "ya Garplılaşırız ya da mahvoluruz" sözü ile Abdullah Cevdet'in, "Bir ikinci medeniyet yoktur; medeniyet Avrupa medeniyetidir, bunu gülü ile dikeni ile isticlâb etmek mecburidir." sözü konuyu özetleyecek mahiyettedir.
Oryantalistlerin, bazen önyargıları ile bazen masa başında kulaktan dolma bilgilerle; Thornton'un deyişiyle, "gerçek hayatın sahih tetkikine değil, kendi hayal güçlerinin muharref hülyaları"na dayandırarak yazdıkları eserlerde Doğu tasviri, Doğulu erkeklerin şehvet ve güç arzusunun, Doğulu kadınların işve ve cilvelerinin, sultan ve emirlerin sınırsız güçlerinin, köle pazarlarının dışına çıkamamıştır.
Edward Said'in, "Doğu'nun Doğululaştırılması" dediği bu durum, Doğu'yu olduğundan daha egzotik ve ilginç bir yer haline getirmiştir. Batı'nın görmek istediği bu Doğu, bugün de Hollywood filmlerinde yaşamaya devam etmektedir.
Müslüman eğitim kurumlari ,yani medreseler ve medrese dışındaki araştırma kurumları ,tercüme odaları aynı zamanda bilimsel araştirma kurumları olan rasathane ve hastaneler ,Avrupa'daki kolej ve universte sisteminin gelisimini doğrudan etkilemistir.Mesela "kampus sistemi"ilk olarak medreselerde uygulanmıştır.Doktora ,kürsü, cübbe gibi uygulamalar ,yine İslam eğitim sisteminden alınmıştır.