Ölüm... Tek başına hiçbir anlamı yok bu kelimenin benim için. Ama yanına gelenlerle de dünyada anlamı olan tek sözcük. Hayallerinin ölümü, geçmişinin ölümü, geleceğinin ölümü, fikirlerinin ve ruhunun ölümü, yaşama sevincinin ölümü ve son olarak da bütün bu ölümlere son veren bedenin ölümü. Bana bir tane ölüm söyleyin size onun aslında bir ölümden daha fazlası olduğunu ispat edeyim. Gördüğümüz ve gözlerimizi alan o son ışıkla beraber perde kapanır. Bu ölümün en güzel halidir. En acısız ve en korkusuz hali... Bizi asıl korkutan bedenin ölümü olmuştur. Çünkü nefesi kesmeyen ölümlerin verdiği acılar, ağrılar bile tüketmeye yeterken bedeni, son ölüm ne kadar hafif olabilir ki diye bir düşünce vardır. Para, şan, şöhret, mesleki başarı, mutlu bir yuva, çocuklar... Ve koskoca bir hayat! Ve hayatta ölürken dahi sorduğumuz tek bir soru: "Ya gerçekten bütün hayatım yanlışsa?" Ya bu kadar kısa zamanda kendimize doğru bir hayat seçemediysek? İvan İlyiç'in kafasındakiler de hepimizin soracaklarının aynısı veya benzeri. Ve Tolstoy, öyle büyük bir yazar ki, dili kullanmaktaki yeteneğiyle bize gerçek korkuyu, tedirginliği sonuna kadar hissettiriyor. İvan bazılarımız gibi sorgulamadan ölmüyor ne şanslı ki! Her şeyin farkında olarak yumuyor gözlerini. Devlet kurumlarındaki haksızlıklara, akraba torpiline, vasıfsızların yücelik derecesinde gösterilmesine... Bunların farkında olarak ölmek... Onurlu birine yakışır ancak. Bir ölümün olacağını bilerek okuyorsunuz bir kitabı. Ama kitapta tek bir ölüm olmadığını umarım siz de anlarsınız.