Rüzgara esir kalmış kuru bir dal parçası gibiyim. Rüzgarın esintisi kendini hangi yöne verirse, orada kavruluyorum. Bazen bilmiyorum hiçbir şeyi, yaşadıklarımın faili meçhulüyüm. Bazen de bilmişliğim omuzlarıma ağır bir yük, yollarımı dolduran çakıl taşlarına dönüşüyor. Kuş uçmaz kervan geçmez hanedanlığımda, gönlümün tek saltanatı yavaşça sona eriyor. Ve ben yine gidiyorum, bildiklerim ve anı kırıntılarım cebimde, bilinmezlik ise önümde duran rehberim.
Peki, en büyük erdem affetmek iken, en büyük lütuf unutmak mıdır? Insan affedince mi unutur yoksa unut mak için mi affeder? Ya da affetmek, intikamdan önce tutulan sessizlik yemini midir?
"Sen olmadan ben... Susuz bir toprak gibi... Güneşe hasret bir çiçek gibi solgun... Rüzgârda avare avare savrulan bir toz parçası... Sen olmadan ben... Ben değilim Nisa..."
Her şey onların Hristiyan, bizim Müslüman olmamız yüzünden miydi? Çektiğimiz tüm acılara rağmen bize gülmesinin nedeni bizim Müslüman oluşumuzdan mıydı?