Ölümü gerçekten duyumsayarak düşündüğünüzde, size derin bir ıstırap ve karamsarlık duygusu verebilir. Kendinize şöyle bir sorun, "Yüz yıl sonra nerede olacağım?, İki yüzyıl içinde neler gerçekleşmiş olacak?Büyükbaba ve büyükannemin adlarını bilmiyorum, büyük büyükbaba ve büyükanneme gelince kim oldukları, nerede yaşadıkları, ne iş yaptıkları hakkında hiçbir fikrim yok. Oysa yalnızca bir yüz yıl önce ölmüş olmalılar . Buna rağmen onlarla ilgili hiç bir şey bilmiyorum. Onların anne babasına gelince, onlarla ilgili her şey hiçbir yere ait olmayan hayali bir toprakta yitip gitti!Bir yüz yıl içinde size ne olacak? İki yüz yıl içinde dünya farklı değerlere, dillere, milletlere, yaşam biçimlerine sahip olması muhtemel tümüyle başka insanlarla dolacak. Sen ve ben kızgın ocağın üzerine düşen kar taneleri gibi yok olup gideceğiz. Yalnızca sen ve ben değil aynı zamanda karşılaştığımız, birlikte çalıştığımız, beraber yaşadığımız, sevdiğimiz, nefret ettiğimiz herkes.
Shakespeare'in ölümle ilgili olarak "hudutlarından hiç bir yolcunun geri dönmediği keşfedilmemiş ülke" olarak bahsedişini hatırlıyorum. Keşfedilmemiş bir ülke... Ölmek, uyumak. Uyumak ihtimal o ki düş görmek. Heyhat! Bir müşkülat var lakin. Bu derin ölüm uykusunda biz bu ölümcül halkayı üzerimizden attığımız zaman hangi rüyalar ortaya çıkabilir?Ölüm korkusu, ölümden sonra ki şeylerin korkusu ve - hepsinden daha büyük bir korku olan - ölümden sonra hiçbir şeyin varolmadığı korkusu...
Her birimiz kendi karma 'mıza (Budizm ve Hinduizm' de insanın iyi ya da kötü kaderinin dünyaya daha önce gelişinde yaptığı iyi veya kötü hareketlerin sonucu olduğunu savunan öğreti)