Tanıtımını okuduğumda heyecanlandığım olurken de beni sürükleyip götüren bir kitap oldu. Ama olayları ve sonunu okuduktan sonra hatta okurken de keşke başlamasaydım dedim. Beni duygudan duyguya sürüklediği için.
2.Dünya savaşın döneminde Nazilerin Polonya'yı işgal etmesiyle orda yaşayan yahudi Emma' nın hikayesi. Emma üniversite de
“Seni seviyorum Anna.” diye tekrarlıyor.
“Ben de seni seviyorum,” diyor ve bunu ilk kez söylüyorum.
Ve aslında bir parçamın onu gerçekten sevdiğini anlıyorum.
“Bunun için çok geç, yanımda kal Anna,” diye mırıldanıyor. “Böylesi daha iyi oldu.”
Kolumu başının altına sokup hafifçe kaldırarak, “Böyle konuşma,” diyorum. Yüzü bem beyaz. “İyileşeceksin. Seni hastaneye götürmemiz gerekiyor.”
“Hayır, hayatın bu şekilde devam etmesini istemiyorum. Beraber olamayacaksak…”
“Olabiliriz,” diye ısrar ediyorum. Göğüsündeki yaranın kanaması artıyor, kanı yerdeki karların üzerine akıyor.
Elimi sıkıyor ve, “Özür dilerim, seni seviyorum,” diye fısıldıyor. “Seni asla incitmezdim.”
Fısıldayarak “Biliyorum.” diyorum.
İnsan derin sularda boğulmamaya çalışırken eline geçen her şeye tutunmak ister ve tutunduğu dalın aslında güçlü akıntıda hiçbir işe yaramayacak bir kamış parças olduğunu görmezden gelmeye çalışır.
….”Hayatın en güzel yanı kehanette bulunmamak .”demişti. “Köşenin diğer yanında kimin ya da neyin bulunduğunu bilmemektir yaşama devam etmemizi sağlayan…..