10. Kur'ân okuru; detaya girmemeli, kılı kırk yarmamalıdır.
İlk Müslüman neslin yaptığı gibi Kur'ân'ı az ve öz öğrenip hayata geçirmeyi hedeflemelidir.
Bu dinin hakim karakterinin bütün mahlukata karşı hoşgörülü, 'öteki'ne saygılı, kolaylıkçı bir din olduğunu unutmamalıdır.
Bunun uzantısı olarak; inanç alanında Akaid kitaplarını değil, Kur'ân'da anlatılanları esas almalıdır. Çünkü bu kitaplara şahsî, zümrevî, mezhebî, siyasî kaygılar, âfakî kanaatler girmiş; basitlikten ve yalınlıktan uzaklaşılmıştır.
Aynı illet, ayetlere alâkalı alâkasız birtakım anlamların yüklendiği, uzmanlarının bile anlamakta zorlandığı dil tahlilleri ile ve olağanüstülüklerle dolu tefsirler için de geçerlidir.
Kur'ân mesajı tefsirlerden değil, bizzat Kur'ân'dan alınmalıdır.
Ahlâk alanında da Tasavvufî eserlerdeki havâssa mahsus yüksek ahlâk değil, Kur'ân'ın öngördüğü o sade Muhammedî ahlâk hedeflenmelidir. Sosyal alan (muamelât) hakeza...
Unutulmamalı ki Kur'ân'ın hukukî "ilke'leri, bugün hemen bütün dünya hukuk sistemleri tarafından benimsenmiştir. Dolayısıyla, Kur'ân'ın evrensel nuru, reel uygulama alanı var mı yok mu, insanlar buna hazır mı, bu uygulamaları hak ediyorlar mı, diye bakmadan üç-beş tane cezaî hükme (ukûbât) feda edilmemelidir.
Ahlâk, itikat, ibadet, muamelât ve ukûbâttan oluşan 5 katmanlı Kur'ân piramidinin en dar, en küçük uç kısmındaki birkaç cezaî hükme reel hayatta yer açacağız, derken, koca bir piramidi toprağa gömmemeli...