Allah, güzel örnekleri bize hep peygamberlerinin üzerinden verir. Bu nedenle yeryüzü çilelerinin çoğu peygam berlerin, sonra da mânevî yönden derece derece onlara yakın olan insanların üzerinde yoğunlaşır.
Bize çöl serabi değil, senin gayretin, içten arayışın, yüreğin, aşkın lâzım. Gerçek tevekkül buydu işte: Oturup beklemek yerine koşmak, yeteneğinin/gücünün son noktasına kadar çabalamak. Şimdi sen görevini/duânı yaptın, gerisini seni oraya taşıyan ezelî kadere/kudrete bırak. Bak duyuyor musun suyun sesini, oğlun İsmail'in ayakları altında kaynayan Zemzem'in şırıltısını? Allah'a teslim olacaksın, O'nun için sa'y/gayret edeceksin de O seni mahrum bırakacak, öyle mi? O'nun için ne çölden su çıkarmak zordur ne de İsmâil'in soyundan Kevser. Artık seni arayan suya koş, oğlunla birlikte kana kana iç Hacer. Bizler de bu hatıranı yâd etmek için yedi kez gidip gelelim Safâ ile Merve arasında.
O insan ki "göklerin, dağların ve yerlerin yüklenmesini emaneti" yüklenmiştir, o ki içinde "ilahî nefesi" taşıyor, bu demektir ki biz de senden çok farklı değiliz. Sadece bunun idrâkinden uzağız, o kadar.