Kürtçe, Kürtçe konuşan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarımızın kültürleri bu kadar baskı altına alınmasıydı...
Kürtçe’nin konuşulması, doğan çocuklara Kürt adı verilmesi yasaklanmasaydı... 20 bini aşkın yerleşim biriminin Kürtçe olan isimleri Türkçe’ye çevrilmesiydi... “Kürt yoktur, dağ Türk’ü vardır; karda yürürken çıkardıkları ‘kart kurt’ sesler nedeniyle onlara Kürt denmiştir” saçmalıklarına saplanmasaydık... Kürtçe müzik, edebiyat yapılması yasaklanmasaydı... Türkiye Cumhuriyeti kendisini böylesine bir kültürel ırkçılığa kaptırmamış olsaydı... Bütün Türkiye’yle birlikte Güneydoğu da ekonomik ve toplumsal kalkınmanın nimetlerinden yararlansaydı... Yoksulluktan, işsizlikten, cehaletten kurtulsaydı... Bu kadar geri kalmasaydı... Nasıl Fransa kendi Bretonlarına, Alsacelılarına, Basklarına, Korsikalılarına Fransızca’yı sağlam bir ulusal eğitim sistemi içinde öğretip Fransızlığı bir üst kültür olarak benimsetmenin yolunu açtıysa, Türkiye Cumhuriyeti devleti de bütün Kürtlerine Türkçe okuyup yazma öğretebilseydi... (1870’te İtalya ulusal birliğini kurduğunda nüfusunun sadece yüzde 4’ü İtalyanca, yine o yıllarda Fransa’nın ancak yarısı Fransızca biliyordu...) Kendi dilini konuşup öğrenebilen, şarkısını söyleyip edebiyatını yapabilen, kimliği inkâr edilip horlanmayan Kürt vatandaşlarımız ezici çoğunluğu oluştursaydı... Güneydoğu’yla birlikte bütün Türkiye’yi bu kadar katı merkeziyetçi değil, daha yerinden yönetime ağırlık verecek biçimde yönetebilseydik... Ya da ulus-devlet olmakta bu kadar gecikmeseydik...