Mağlubiyet İdeolojisinin Sonu

D. Mehmet Doğan

Mağlubiyet İdeolojisinin Sonu Sözleri ve Alıntıları

Mağlubiyet İdeolojisinin Sonu sözleri ve alıntılarını, Mağlubiyet İdeolojisinin Sonu kitap alıntılarını, Mağlubiyet İdeolojisinin Sonu en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Arap milliyetçiliği , gerçekte küçük bir hıristiyan arap azınlığın ideolojisi idi . Araplar hiçbir zaman bir Arap halife bulup peşinden gitmediler . 1924'te hilafetin ilgasından sonra , Şerif Hüseyin'in sözde hilafeti kısa ömürlü oldu . Bu yüzden , türklerin halifeliği ele geçirmiş olmaları Arap - Türk ihtilafının sebebi ola rak görülemez . Gerçekte ingilizler işlerine yarayacak bir Arap halife lanse etmeye çalıştılar ve planladıkları 1916 Arap isyanının elebaşısı olan Mekke Emiri Şerif Hüseyin'i " arapların kralı ve müslümanların halifesi " ilan ettiler . Peygamber'in mensup olduğu Kureyş kabilesinden olmasına ve Peygamber soyundan gelmesine rağmen , Şerif Hüseyin pek fazla taraftar ve takipçi bulamadı . Dünya müslümanları yüzyıllarca İslâm'a hakkaniyetle hizmet etmiş hacca gidebilmeleri için Hicaz kapılarını açık tutmuş Osmanlı sultanlarını halife olarak tanımaya devam etti . Şerif Hüseyin'in halifeliğini iki oğlu ( Faysal ve Abdullah ) dışında tanıyan olmadı . İngilizler Hüseyin'in Mekke'deki hâkimiyetini destekleyeceklerine söz verdikleri halde , Suudiler 1. Dünya savaşından sonra Hicaz'ı zaptetmeye kalktıkları zaman gerekli desteği vermediler.
Sayfa 126
Osmanlı Devleti'nde din ve devletin kenetlenmesi 17 ve 18. yüzyıllarda olmuştur ve bu süreç ilmiye sınıfının devletle ortak olmasına ve yozlaşmasına tekabül etmektedir . Müslüman devletlerinin ve toplumlarının gerilemesini , ilmiyenin ya devlete kul olmasında veya tamamiyle devleti , yani dünyayı inkâr ederek Kur'an'ın ve hadisin ruh ve emrine aykırı olarak gücü elinde top lamasında aramak gerekir . "
Sayfa 101
Reklam
2. Abdülhamid çeşitli sebeplerle , anayasayı ( Kanun-i Esasî yürürlükten kaldırıp meclisi feshetmesine rağmen batılılaşma modernleşme yönünde kurumlaşmaları güçlendirerek devam ettirdi . Sultan Abdülhamid'in ayırd edici vasfı , bütün bunlarla birlikte " İslâmcı " olarak nitelenen bir siyaset gütme yönündeki gayretleridir . Esasında Abdülhamid , böyle bir siyaset icad etmedi ve doğrudan islâmcı bir siyaset yürütmedi . Değişen dünya şart larını doğru okuyarak , gelişmeleri takip ederek öncelikle ülkesi ve İslâm âlemi için yararlı olabilecek şeyler yapmaya çalıştı.
Sayfa 22
“Türkiye’nin yakın tarihinde inanç ve düşünce hürriyeti kağıt üzerinde vardı, uygulamada yoktu, imkansızdı. Tabii ki hiçbir sistem insanların inanmasını ve düşünmesini önleyemez. Fakat inandığı gibi yaşamasını, düşündüğünü yapmasını men edebilir. Hatta yalnız bunları değil, inancını ve düşüncesini açıklamasını yasaklayabilir. 1950’lere kadar Türkiye’de carî olan bu idi. O tarihlerden beri normalleşme, insanların inançlarını ve düşüncelerini açıklamak, inandığı gibi yaşamak, düşündüğünü yapmak yönünde hayli uzun bir süreç olarak devam ediyor.”
“Fakat gerçekte şudur ki Osmanlı modernleşmesini sözden uygulamaya geçiren sultan II. Abdülhamid’dir. Teşkilât, imar, ulaşım-iletişim, öğretim-eğitim alanlarında Sultan II. Abdülhamit Han döneminde yapılanlar inkâr edilemez vüs’atde ve önemdedir. Aynı şekilde Adnan Menderes, Demirel ve Turgut Özal da Türkiye’nin modernleşme yönünde büyük merhale kat’etmesini sağlamışlardır. Kendini “ilerici” olarak niteleyenlerin gözünde Necmettin Erbakan da Menderes’den, Özal’dan daha gerici bir politikacıdır. Ancak onun Türkiye’ye teklif ettiği ve uygulamaya çalıştığı ağır ve yaygın sanayileşme planını hiçbir sözde ilerici ortaya koyamamıştır.”
Sayfa 33 - vüs’at: genişlikKitabı okudu
“Türkiye’nin iktisat ve ilim yönünden gelişmesi esas olarak bu batılılaşmacı devrimcilerden farklı bir tavra sahip olan Menderes, Özal gibi yöneticilerin döneminde gerçekleştirildi. Türkiye iktisadi bakımdan bu gibi yöneticiler döneminde merhale kat etti ve yeni bir biçim aldı.”
Reklam
“18. yüzyıldan beri bütün dünya Batı’nın tesiri ya da tahakkümü altına girdi. Batı, üstün teknolojisi ile kendi dışındaki ülkeleri sömürmeye yöneldi. Çeşitli ölçülerde Batı sömürüsünün ve tahakkümünün etki alanında bulunan ülkeler, toplumlar Batı’ya karşı mücadele etmek için de Batı’ya benzemek; onun iktisadi, siyasi, sosyal sistemini benimsemek gerektiği fikrine sahip oldular.”
İşgal altındaki Müslüman topraklarında islâmî devletin çöküşü , temel bir teşkilatlanma olan cemaatin canlanmasına yol açtı ve eğitim görmüş modern ve geleneklik elit tabakasını halkın islami kimliği ve kültürünü yeniden güçlendirmek ve kalıcı kılmak için çareler aramaya yöneltti . İşgal altındaki topraklardaki bazı Müslüman seçkinler , farkında olarak veya olmayarak , ekseriya tâbi bir sosyal gurup şeklinde ; bazan da bir iktisadî ortak ve kültür aracısı vaziyetinde avrupalılarla işbirliği yaptı . Bu grubun modern ve açık fikirli olmakla beraber işbirlikçi bir orta sınıf şeklinde meydana çıkması kitleleri kapitalist sistem ile Avrupa işgalinin yarattığı güçlükler le başa çıkabilecek ve toplumları için " İslâmcı " bir hareket tarzı çizecek yeni popülist lider tipleri arayışına itti . Böylelikle , bütün İslâm tarihinin en büyük devrimi , dini yeniden canlandırmak kisvesi altında aşağı sınıflar arasında patlak veren ama aslında eşyanın yeni düzeniyle " İslâmî " bir uyuşma arayan bir dizi popüler sûfî dinî uyanış hareketi olarak gerçekleşti . Osmanlı imparatorluğunda bu uzlaşma , müstakil bir İslâm devleti ve onun Müslüman hükümdarı tarafından gerçekleştirildi ve siyasî kök tendincilik de dâhil olmak üzere , kitle hareketlerinin siyasî tesiri fazla hissedilmedi.¹
Sayfa 102
Geri16
70 öğeden 61 ile 70 arasındakiler gösteriliyor.