Bak şu gökyüzüne, ne görüyorsun? Maviliklerden oluşmuş bir deniz...
Gözlerinle onun içine girmeye çalış. O mavilikleri yırtmak için uğraş, ne görüyorsun? Mavi... Her zaman mavi... Değil mi?
Sonra bak ayağımızın altındaki toprağa, ne buluyorsun? Donmuş, simsiyah bir renk... Of! O siyah toprakları parçalayarak içeriye bak, in, in, İn; ne kadar inebilmek elden gelebiliyorsa o kadar in, ne buluyorsun? O siyahlıklar içinde ne buluyorsun? Siyah... Her zaman siyah, değil mi?..
İşte, öyle bir şey yazmak istiyorum ki yukarı bakılsa mavi ve her zaman mavi; aşağı siyah, her zaman siyah... Bir şey ki mavi ve siyah olsun. Hasta mıyım , bilemiyorum, ama ah! O ne yazmak istediğimi bilsem; onu şöyle karşımda resmi çıkarılmış, resim haline getirilmiş görmek mümkün olsa!.. İşte o zaman sanıyorum ki artık ölebilirim. Hayattan payını tamamıyla almış bir adam olarak gözlerimi kapatabilirim.
Evet böyle demişti Ahmet Cemil kitabın başlarında, eserini - hayatını - de/da böyle yaşadı. Mavi ( göklerde bir o kadar mutlu) ve siyah ( en dipte, bir o kadar hüzünlü)...