Büyük İskender onları gördüğünde şaşkınlığa kapıldı ve " Ne istiyorsanız söyleyin, size onu vereceğim!"dedi. Onlar da cevap verdiler: "Bize herşeyden çok istediğimiz ölümsüzlüğü ver, başka bir zenginliğe ihtiyacımız yok" İskender de onlara, "kendim ölümlüyken ,size nasıl ölümsüzlük bahşedebilirim?" Diye sordu. Onlar da karşılık olarak, "Eğer kendinin ölümlü olduğunu düşünüyorsan , nasıl oldu da bu kadar kötülüğü yapa yapa dünyayı arşınlıyorsun?" Dediler.
Ne zaman bir bilge münzevinin kitabını hayata dair sorulara aradığın cevapları bulmak ya da hiç olmazsa hayata dair doğru düzgün bir soru sorabilmek üzere eline alsan, hepsinin koroyla "şimdi"yi yaşamayı, geçip giden anın keyfini çıkarmayı önerdiği cevaplarını duyarsın. Bunu da yapmayı bilmek lazım önünde sonunda! Eğer bir an gereksiz ve yersiz ise nasıl nasıl çıkarılır ki tadı? Hele herşey mide bulandırıcı gelirken; duvar kağıtları, tavanlar , perdeler, pencerenin altındaki şehir,şu ben değilim meselesi. Kendi kendimden midem bulanıyor, tıpkı şu ben değilimden ve diğer herşeyden bulandığı gibi . Aptallıklar ve aşağılamalardan ibaret yarım yamalak, acınası geçmişinden de midem bulanıyor. Gelecek dediğini de mezarlık çöplüğündeki o leş kokan delikten bir şeyler ayırıyor mu ki?
Uyumadan önce kitaplıktan rastgele bir kitap aldım, inşaatta kullanılan taşlar hakkında eski bir kitaptı. Meğer lahit, Biga Yarımadası'ndan çıkartılan, cesedi kemiklerle beraber tamamen yok etme özelliği bulunan ve tam da bu yüzden mezarların yapımında kullanılan bir taş türüymüş. Bir tür etçil. Taşın bir insanı özüne katmasıne tuhaf.
Tam da bu yüzden yok olup gidemem; Birilerinin seni düşünmesi gerek, Seni sevmesi, derdinle dertlenmesi, başarılarına sevinmesi, acını paylaşması gerek.