(Pir Ali) Oğlu İsmâil-i Ma'şûkıy, İstanbul'a geldi; Bursa'ya gittiğini, orada birçok kişilerin kendisine uyduğunu, Hüdâyî ''Vâkıât''ından öğreniyoruz. Edirne'ye de giden, İsmâil'e askerden, bilhassa sipahilerden mürit olanların sayısı, binleri aşmıştı. (1539) Atmeydanında (Sultanahmet Meydanı), on iki müridiyle, başı enseden kesilmek suretiyle şehit edilen Ma'şûkıyn'nin şehit edildiği yere bir mescit yapılmış, denize atılan cesedi Rumelihisarında çıkınca da orada, kayalar mezarlığına defnedilmiştir. Şehadet yerindeki mescit yıkılmıştır, eseri bile kalmamıştır; fakat (1880) Alî kızı Hasene adlı bir kadın, meşhedine bir taş diktirmiştir ki bu taş, hala durmadadır.
"Anadolu'nun, Rumeli'nin Divan edebiyatı girmeyen ıssız köylerinde, su başlarında, henüz aşiret halini tamamıyla terkedemeyen türkmen boyları arasında din dışı — duygu yüklü; yahut dinî — tasavvufi(*) halk edebiyatını terennüm etmek çok kolay ve tabii idi. Fakat divan edebiyatının tehakkümü altındaki merkezlerde halis türkçeyi ve milli vezni, hatta divan edebiyatının yaşadığı saraylardan, dairelerden yetişen bir kütleye hürmetkarane dinletmek büyük bir muvaffakiyettir. İşte bu muvaffakiyeti hakkıyla elde eden ve divan edebiyatıyla çarpışan, onun sanat kaygısına bağlı, süslü ve acemi edasına karşı ruhtan doğan halis ve berrak türkçeyi türk vezniyle yaşatan ancak Melamî—Hamzavî erenleridir. Bunun içindir ki melamî şairlerini millî edebiyatımızın tekâmül safhalarında ihmal etmemek gereklidir kanaatındayız.
(*)Dinî—tasavvufi ve mezhebî halk şiirleri, bilhassa Bektaşi ve kızılbaş nefesleridir."