Görmeden, duymadan, dokunmadan gerçek aşk nedir? bilmek istiyorsanız bence okuyun.
Milena'ya Mektuplar; çeviriler ile başlayan, yaklaşık 2 yıl sürecek mektuplaşmalarla örülen ve sonunda kangren haline gelecek bir aşkın hikâyesidir Aslında.
Kafka’nın da dediği üzere, “Mektup yazmak, hayaletlerin önünde soyunmak demektir, ki onlar da aç kurtlar gibi bunu bekler zaten. Yazıya dökülen öpücükler yerlerine ulaşmaz, hayaletler yolda içip bitirir onları.”
Yazar, mektuplarında yalnızca sevdiğine yazılmış aşk dolu satırlardan ibaret değil... Aşkın en yalın halini anlatırken insanların topluma yabancılaşmasını, toplumun köhnemişliğini, bireyin iç dünyasına sıcak bir temasla üstelik çıplak bir dille ifade ediyor.
Kısacası, Kafka’nın Milena’ya Nisan 1920 tarihli ilk mektubunda yağmurlu bir günden söz ederek deyiş yerindeyse bir roman tadında başlattığı bu yazışmalar, yazarın ölümünden kısa bir süre öncesine değin süregiderken, ümitsizliğin, çaresizliğin ve tıkanışın anlatımına dönüşür.
Kitaptan alıntılayarak sevdiğim bir kısmı paylaşarak sonlandırmak istiyorum, incelemeyi.
“Yine de özlem için edilen gürültü patırtı kadar büyük değil özlemin kendisi. Saçma bulacaksın, ama değil! Bak: ‘En çok seni seviyorum,’ diyorum, ama gerçek sevgi bu değil belki, ‘Sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla,’ dersem gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki.”
Severek okuduğum bir aşk romanıydı. Olay akışını olmadığı için belki bazılarınızın ilgisini çekmeyebilir, ama severek okudum etkilendiğim bir kitap oldu.
Tavsiye ediyorum, İyi okumalar.