Türkiye'de sol, yapay, galiba olmamış bir şey. Bir cila, yahut genel bir düşünce akımı içinde bir marjinal varyant. Varyant diyorum, çünkü 'by-way' falan derler ya karayolunda, sonuçta yine aynı yere gideceksinizdir de oradan değil de şuradan gideyim gibi. Bir kalkınma yöntemi. Bunu devletçi yöntemle mi yapalım, bilmem neyle mi? Böyle olunca biraz zora geldi mi çatır çatır cilalar atıyor, patlıyor, altından gene bildiğimiz milliyetçilik çıkıyor. Görüyoruz ki, zaten sol hiç olmamış.
Bizim bütün argümanlarımız, Müslümanlığa dayanıyor. 'Onlar Müslüman, biz Müslüman, biz kardeşiz, azınlık nerden çıktı?' Biz hala bu gerekçeye sarılırız, Kürtlere herhangi bir hak tanımıyoruz, çünkü onlar bizden. Demek ki eşitliğimizin temeli Müslümanlık, ama bundan bir yıl sonra hilafeti kaldırınca eşitliğin temeli ortadan kalkıyor, bir yıl sonra da Şeyh Sait patlak veriyor. Şeyh Sait isyanı büyük ölçüde dini. Kürt olarak ona hak verilmemesi değil, devletin temelinin İslam olmaması adamı ayağa kaldırıyor, o etken çok daha ağır basıyor.
Biz yine Almanlar gibiyiz, monist gitmemiz lazım, dolayısıyla Atatürk'ün iyi olması için Vahdettin'in hain olması lazım. Vahdettin'le de kalmaz, Abdülhamid'in de çok kötü ve hain olması lazım. Biz, o bu, bu da şu sebeplerle böyle haklı olabilir, diye iki tarafı birden öğrenmeye, tanımaya çalışan zihin yapısını kendimize yasak etmiş bir toplumuz. Ancak tek bir doğru olacak, onun karşısindaki her şey de mutlak yanlış olacak. Öyle böyle de değil, Vahdettin yanlış şeyler düşünüyordu demekle yetinmeyip, vatan hainiydi denmesi de lazım. Düşüncesinin doğruluğunu yanlışlığını tartışamayız. Bu, ancak bir ahlak sorunuyla sonuca bağlanabilir. Onun için de hainden daha hafif bir lafımız yoktur.