2018 Şubat Abdülhamid Han Özel Sayı

Mostar Dergisi - Sayı 156

Mostar Dergisi

Mostar Dergisi - Sayı 156 Posts

You can find Mostar Dergisi - Sayı 156 books, Mostar Dergisi - Sayı 156 quotes and quotes, Mostar Dergisi - Sayı 156 authors, Mostar Dergisi - Sayı 156 reviews and reviews on 1000Kitap.
Tarih bir ibret aynasıdır ve bizim bu aynadan çıkaracağımız dersler vardır.
Mostar dergisi Abdul Hamid Han sayisi muhteşem emeği geçenden Allah razı olsun tavsiye ediyorum mutlaka okuyun
semerkand yayınKitabı okudu
Reklam
"Onu bu politikalara iten en önemli etmenler tüm saray sakinlerinde yaşanan bir entrika aşkı ve yine Batı hükümetleriyle ilişkisi olan tüm şarklıların bir parçası olan güvensizlik duygusudur. En kötü şartlarda yetişen ve çevresi parazitler, ihtiraslı dalkavuklarla dolu olan bir şehzade doğal olarak her zaman kuşku duymaya ve esenliği için bazı yeraltı yöntemlerine başvurmaya adeta mahkûm edilmişti. Biz, Sultan'ın kendisine karşı çevrilen dolapları boşa çıkartmak için yeni stratejiler geliştirirken yorulmak nedir bildiğini merak bile etmiyoruz." İngiliz Yahudisi Türkolog Vambery
Sayfa 105
Sir Artur Conan Doyle, eşinin ölümünün üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra yeniden evlenir ve balayını geçirmek üzere İstanbul'a, eski dostu Sir Henry Woods'un evine gelir. Sir Henry Woods, Osmanlı donanmasında müşavirdir ve Woods Paşa olarak anılmaktadır. Abdülhamid Han'ın da, Woods Paşa'ya yüksek teveccühleri mevcuttur. Bundan dolayı Paşa, aynı zamanda da Fahri yaver olarak anılır. Woods, Padişah'ın Doyle'a olan ilgisini bildiği için, Doyle'u günün birinde Sultan'ın huzuruna çıkarır. Abdülhamid Han bundan pek memnun olur. Yazara ve eşine irili ufaklı hediyeler verir. Ardından küçük bir tören tertip edilir ve Sır Artur Conan Doyle'a bir Mecidiye Nişanı, eşine de Şevkat Nişanı sunulur. Peşi sıra yaşanan küçük sohbet esnasında Abdülhamid Han, Sir Artur Conan Doyle'a, "Uzun hikayeleriniz çok güzel, lakin romanlarınızda çok fazla geri dönüşler var, kurgu zayıf kalıyor, roman yazmamanız daha uygundur," der. Artur Conan Doyle, Padişah'ın bu hassas kritiğinden etkilense de, huzurundan ayrılınca, Woods Paşa'ya, "Kendisini edebiyat eleştirmeni mi sanıyor?" demekten kendini alamaz.
Sayfa 94
"Otuz üç sene saltanat sürdüm. Padişahlığım müddetince ferdin hürriyetine, şahsiyetine daima taraftar idim. Fakat gelişigüzel bir özgürlüğü hiçbir zaman hoş görmedim. Kültürümüze uymayan müstehcen yazıların ve resimlerin basın hayatına hâkim olmasına asla müsaade etmedim. Milli geleneklerimizin bozulmasına da taraftar olmadım. Avrupalıların tekniğini daima takdir ederim fakat Hıristiyanlığı hiçbir zaman müslümanlığa tercih etmedim. Ve üstün tarafını da görmedim. Başkalarını gelişigüzel taklit etmekten hoşlanmadım. Marifet, bu medeniyeti kendi bünyemize uydurabilmektir. Padişah olarak bu memleketin tarihinde ilk millet meclisini ben açtırdım. Fakat milletvekillerinin yeteri kadar olgunlaşmamış olduklarını görünce, aynı meclisi yine ben kapattırdım. Bilir misin ki Osmanlı Meclisi'nin verdiği savaş kararı bize neye mal oldu? Bu Rus savaşıyla bütün Balkanlar'ı, Rumeli'yi kaybettik. Bu kararı hiç beğenmedim. Fakat önleyemedim de. Mithat Paşa, bu hususta çok ısrar etmişti. Harbin korkunç sonuçlarını çabuk gördük. Plevne'nin şanlı müdafaasına, Kars'ın kahramanca savaşına rağmen mağlup olduk. Rus subayları İstanbul'a girdi ve bize şerefsiz bir antlaşma imza ettirdiler. Bunu imzalarken Dışişleri Bakanı Saffet Paşa'nın hüngür hüngür ağladığını işittiğim zaman son derece kederlenmiştim." dedi.
Sayfa 56
İstanbul'a geldiğinde ancak yarım saatliğine dışarı çıkılmasına izin veriliyor. Bütün gün odasında sadece yarım saat bahçeye çıkacak, bahçeye çıkacak ve kahvesini içecek. Bazı zamanlar kızı geliyor ve Sultan'a torununu göstermek istiyor. Kızına dedesini tanıtmak istiyor. Ona bile izin verilmiyor. Öyle olunca işte kız çözümler, çareler bulmak istiyor. Köşkün boğazın öbür yakasında, tam karşıda başka bir köşk ayarlıyorlar. Oraya da dürbün koyuyor. Abdülhamid Han'ın hangi saatlerde dışarı çıktığına bakarak hesap yapacak ve kızına gösterecek “Bu senin deden.” diye. Bir gün Abdülhamid Han yine kahve içmeye çıkıyor. İki fincan kullanmış hep. Üst üste iki kahve içmiş daima. Kahvesini içtiği andan itibaren boğazın karşı kıyısında Sultan'ın kızı, kendi kızına “Deden çıktı, deden çıktı.” diyerek dürbünle baktırıyor. Çocuk dürbünle bakarken “Dede!” diye bağırıyor. Abdülhamid Han, fincanı bırakıyor ve kalkıyor. Parmaklıklara doğru yürüyor ve tam evin karşısında çocuğun dürbünle ona baktığı yere el sallıyor. Müthiş bir şey bu...
Sayfa 63
Reklam
39 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.