Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Makam ve Meslek Ahlakı

Mu'idü'n-Ni'am Ve Mübidü'n Nikam

Taceddin Es-Sübki

Mu'idü'n-Ni'am Ve Mübidü'n Nikam Hakkında

Mu'idü'n-Ni'am Ve Mübidü'n Nikam konusu, istatistikler, fiyatları ve daha fazlası burada.
0/10
0 Kişi
1
Okunma
2
Beğeni
356
Görüntülenme

Hakkında

Memlükler dönemi Kahire-Şam bölgesinin önde gelen Şâfiî âlimlerinden olan Tâceddin es-Sübkîʼye (ö. 771/1370) ait Mu‘îdü’n-Ni‘am; hem bir nasihatnâme ve siyâsetnâme hem de en geniş anlamıyla makam mevki sahiplerinin ve çeşitli meslek erbabının, özellikle de ulemânın toplum içindeki durumuna ışık tutan önemli bir ilim ve kültür tarihi kaynağıdır. “Dinî veya dünyevî bir nimet kişinin elinden alınsa, o kişi bu nimeti geri döndürebilmek için izleyecek bir yola sahip midir?” sorusuna Sübkî’nin verdiği bir cevap olan Mu‘îdü’n-Ni‘am, çeşitli idari mevkilere sahip olanlara, belli makamlara gelmiş ulemâya ve çeşitli meslek erbabına hatasının kaynağını bulup tövbe etmesini, elindeki nimetlere şükretmesini ve son olarak Rabbine dua etmesini salık vermektedir. Bu çalışma Harun Yılmaz ve Muhammet Enes Midilli tarafından tercüme edilmiş, Muhammed Fethi en-Nâdî tarafından yapılan Arapça neşri, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Reisülküttâb 910 numarada kayıtlı bulunan yazma nüsha başta olmak üzere çeşitli yazma nüshalar ile mukabele edilerek yayına hazırlanmıştır.
Çevirmen:
Harun Yılmaz
Harun Yılmaz
Tahmini Okuma Süresi: 8 sa. 47 dk.Sayfa Sayısı: 310Basım Tarihi: 2019Yayınevi: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı
ISBN: 9789751741424Ülke: TürkiyeDil: TürkçeFormat: Karton kapak
Reklam

Yazar Hakkında

Taceddin Es-Sübki
Taceddin Es-SübkiYazar · 1 kitap
Hadîs, usûl, edebiyat, târih ve Şafiî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi, Abdülvehhâb bin Ali bin Abdülkavî bin Ali bin Temmâm bin Yûsuf el-Ensârî eş-Şâfiî es-Sübkî’dir. Künyesi Ebû Nasr olup, lakabı Tâcüddîn’dir. 727 (m. 1327) senesinde Kâhire’de doğdu. 771 (m. 1370) senesi Zilhicce ayında tâ’ûn hastalığından vefât etti. Kâsiyûn eteğindeki Sübkiye kabristanına defnedildi. Tâcüddîn Sübkî, ilim ocağı olan bir ailede gözlerini dünyâya açtı. İlme erken başlamasında ve küçük iken Kur’ân-ı kerîmi ezberlemesinde ailesinin büyük rolü oldu. Küçük yaşta iken birçok âlimleri gördü. Onlar, büyük âlim olan babası Takiyyüddîn Sübkî’nin meclisine gelirler ve ondan öğrendiklerini yazarlardı. Tâcüddîn Sübkî, babasından Arabcanın temeli olan bilgiler ile i’tikâdî bilgileri öğrendi. Ayrıca asrın meşhûr hocalarından ders aldı. Kısa bir süre sonra İbn-i Şihne ve Yûnus ed-Debbûsî gibi âlimlerden icâzet (diploma) aldı. Yahyâ bin Mısrî, Abdülmuhsin es-Sâbûnî, İbn-i Seyyidinnâs, Sâlih bin Muhtâr, Abdülkâdir bin Mülûk ve birçok âlimden hadîs-i şerîf dinledi. Babası Şam Kâdı’l-kudâtlığı vazîfesini alınca, onunla beraber 739 (m. 1338) senesinde Şam’a gitti. Orada İbn-i Ebi’l-Yüsr ve İbn-i Temmâm’dan hadîs-i şerîf dinledi. Ayrıca, Müzzî’den ilim öğrendi. Zehebî’nin ilim meclislerinde bulundu. İbn-i Râfiî ve el-Haccâr’dan icâzet (diploma) aldı. Esîrüddîn Ebû Hayyân’dan ilim öğrendi. İbn-i Sübkî bu kadar âlimden ders almakla yetinmedi. Ayrıca kendi kendine çok mütâlâada bulundu. Hattâ İmâd el-Hanbelî onun için; “Tâcüddîn Sübkî, kendi kendine çalışmayı âdet edinmişti” dedi. İbn-i Hacer Askalânî de; “Bilhassa hadîs-i şerîf üzerinde çalışmalarına ağırlık verdi. Bu husûsta birkaç cüz yazdı. Bunun yanında; fıkıh, usûl-i fıkıh ve nahiv ilmi ile de meşgûl oldu. Genç yaşta iken bu ilimlerde mahir ve mütehassıs oldu” demektedir. Tâcüddîn Sübkî’nin babası, oğlunun terbiyesine çok önem verdi. İlimlerine i’timâd ettiği zamanının büyük âlimlerinin elinde yetişmesine çok gayret gösterdi. Tâcüddîn Sübkî, hocası Müzzî’nin hayâtını anlatırken şöyle demektedir: “Ben ekseriyetle Zehebî’nin derslerine devam ederdim. Sabah ve ikindi vakitlerinde olmak üzere, günde iki defa onun derslerine giderdim. Müzzî’ye ise, haftada iki defadan başka gitmezdim. Çünkü Zehebî, hem güzel latifeler yapar ve hem de beni severdi. Onun bana olan bu yakın muâmelesini görenler, benim kadar kimseyi sevmediğinin farkına varırlardı. Ben o zaman gençtim. Bu sebeble, onun bu yakın muâmelesinin büyük te’sîri olmuştu. Müzzî ise, fazla latife yapmazdı ve heybetli bir hâli vardı. Babam ise, Zehebî’den çok Müzzî’ye devam etmemi isterdi. Zîrâ babamın ona hürmet ve saygısı vardı. Ekseriyetle dersten geldiğim zaman, babam bana; “Gel bakalım, ne okudun, ne dinledin ve ne istifâde ettin?” derdi. Ben de babama okuduklarımı ve öğrendiklerimi anlatırdım. Zehebî’nin yanından geldiğim zaman; “Hocanın yanından mı, geldin?” derdi. Şemsüddîn bin Nakîb’in yanından geldiğim zaman da; “Şâmiyye’den geldin mi?” derdi. Çünkü o Şâmiyye Medresesi’nde ders verirdi. Fakat Müzzî’nin yanından geldiğim zaman, “Şeyhin yanından mı geldin?” der, bu kelimeyi bilhassa söyler ve sesini yükseltirdi. Ben kesin olarak biliyordum ki, o bu şekilde yapmak sûretiyle, onun büyüklüğünün ve üstünlüğünün kalbimde yer etmesini te’min etmeyi ve dâima ona gidip gelmemi istiyordu. Eşrefiyye Hadîs Medresesi’nde bir yer boşalmıştı. Bunun üzerine babam beni oraya yerleştirdi. Ben buna hayret ettim. Zîrâ babam, çocuklarını gece kalmak için medreselerde bırakmazdı. Ben ders tekrarını o âna kadar babamdan başkasının yanında yapmamıştım. Babam bizi, müderris oluncaya kadar medresede bırakmıyordu. O bizi bu şekilde terbiye ediyordu. Beni medreseye yatılı olarak vermesinin sebebini sorunca; “Sana Müzzî’nin yanında âlim oldu denilmesi için böyle yapıyorum” dedi. Müzzî’ye ulaşınca, talebelerine ismimin en yüksek tabakaya yazılmasını emretti. Müzzî’nin bu emri babama ulaşınca, bundan rahatsız oldu ve; “Hayır, vallahi Abdülvehhâb daha gençtir ve bu dereceye müstehak değildir. Onun ismini, işe yeni başlıyanlarla beraber yazınız” dedi. Bunun üzerine Zehebî; “Vallahi o bu derecenin fevkindedir. İyi bir hadîs âlimidir” dedi. Babam onun bu sözüne güldü ve; “Oğlum Abdülvehhâb orta hâlli biridir” dedi.” İlmî üstünlüğü: Tâcüddîn Sübkî, ilme olan sevgisinden dolayı, genç yaşta çeşitli ilimlerde yüksek derecelere ulaştı. Kısa zamanda birçok âlimin dikkatini üzerine çekti. Asrının büyük âlimlerinin derslerinde bulundu. Tâcüddîn Sübkî, önce fıkıh ilmi ile meşgûl oldu. Zîrâ herkesin ona çok ihtiyâcı vardı. Fetvâlar vermek ve kadılık, fıkıh ilmini bilmeyi îcâb ettiriyordu. Onun için bu husûsta çok bilgi sahibi oldu. Fıkıh ilmine dâir eserler yazdı. Babasının fetvâlarını topladı. Fıkıh ilmine verdiği husûsî ehemmiyetden dolayı, Tabakât-üş-Şâfiiyye adlı eserini fıkıh mes’eleleriyle doldurdu. Usûl-i fıkha çok ehemmiyet veren İbn-i Sübkî, bu ilme dâir çeşitli eserler yazdı. Tâcüddîn Sübkî, hadîs ilmine de gereken önemi verdi ve asrının büyük hadîs âlimlerinden rivâyette bulundu. İbn-i Hacer; “Tabakât’ında, İbn-i Sübkî’nin, hadîs ilmindeki yüksek derecesi kolayca anlaşılır” demektedir, İbn-i Sübkî, hadîs ilminde cerh ve ta’dil üzerinde de durmuştur. Yine Tabakât-üş-Şâfiyye’sinde kelâm ilmine dâir verdiği bilgiler onun kelâm ilminde de ne kadar mahir ve mütehassıs olduğunu ortaya koymaktadır. Tâcüddîn Sübkî, târihî hâdiseleri, meşhûr şahısların hayatlarını çok iyi bilirdi. Onu bu husûsa sevk eden şey; İslâm târihine vâkıf olmak, âlimlerin hayatlarını tetkik etmek sûretiyle, onların hayatlarından ibret almak ve tecrübelerinden istifâde etmek idi. İbn-i Sübkî, târih ilminde o kadar yükseldi ki, târih ilmine dâir kaideler ve hâdiseleri vermekte ta’kib edilecek usûlleri ortaya koydu. İbn-i Sübkî, fıkıh, hadîs ve târih ilimlerinde mütehassıs olmakla birlikte, Arabî ilimlerde de çok ileri seviyelere ulaştı. Tabakât kitabında; nahiv, sarf, belagat ve arûz ilimlerine geniş yer verdi. Garîb lügatlara ehemmiyet verdi. Hattâ Mecdüddîn İbni Esîr, bu sahada çok araştırma yapmış olmasına rağmen, İbn-i Sübkî Tabakât’ında onun zikretmediklerini zikretti. Tâcüddîn Sübkî, küçüklüğünden beri edebî ilimlere de ağırlık vermişti. Şiir san’atında pek mahir idi. Bu husûsta ince görüşleri vardı. Cümle içerisinde kelimeleri seçmekte veya bir şâiri diğer bir şâire tercih etmekte çok derin düşünürdü. Bu husûslar “Tabakât” kitabında geniş olarak görülür. Daha çocuk yaşta iken, Selâhüddîn Halîl bin Aybek es-Safdî ile beraber bulundu. Bu sırada şiire dâir meleke kazandı. Bunu kendisi şöyle anlatır. “Ben, daha bülûğ çağına erişmeden, Selâhüddîn Halîl ile olan beraberliğimiz başladı. O bana ben ona şiir yazardım. Bu vesile ile bende edebiyatla ilgilenme arzusu başladı.” Hocası Zehebî, onun ilimdeki yüksekliğini Mu’cem’inde şöyle anlatmıştır: “Tâcüddîn Ebû Nasr Sübkî, benden öğrendiklerini birkaç cüz hâlinde yazdı, ilimde daha yükselmesini, ders ve fetvâ vermesini umarım.” Hâfız Şihâbüddîn bin Hicâ onun hakkında; “Tâcüddîn Sübkî, fıkıh, usûl, hadîs ve edebiyat gibi muhtelif ilimleri okudu. Bunlarda mütehassıs oldu. Arabî ilimlerde de mütehassıs idi. Nazım ve nesirde fevkalâde idi. Çok zekî olup, belagat ve fesahat sahibi idi” demektedir. Tâcüddîn Ebû Nasr Sübkî, ilim tahsilini tamamlayıp çeşitli ilimlerde mütehassıs olduktan sonra, çeşitli makamlarda görev aldı. Azîziyye, Adiliyye-i kübrâ, Gazâliyye, Azrâviyye, Şâmiyyeteyn, Nâsiriyye, Emîniyye, Dâr-ül-hadîs-i Eşrefiyye, Dîmâgiyye ve Mesrûriyye medreselerinde müderrislik yaptı. Mısır’da Şâfiiyye ve Şeyhûniyye medreselerinde ders verdi. Şam’da Emeviyye Câmii hatîbliğini yaptı. Babasının yerine kadı olarak ta’yin edildi. Ayrıca, Şam’da, Şam naibi Alâüddîn Emîr bin Ali Mardînî’nin yazı işlerinde vazîfelendirildi. İbn-i Sübkî kadılık vazîfesini yerine getirirken, birçok sıkıntılarla karşılaştı. Bu durumu İbn-i Kesir şöyle anlatır: “Kendisinden önce hiçbir kadıya nasîb olmayan makamlarda bulunduğu gibi, onun kadar da hiçbir kadı sıkıntı çekmedi. Sıkıntılı ve meşakkatli günlerinde, hasımlarına gereken cevâbı verip, susturmuştur. Fakat daha sonra onları affetmiştir.” Tâcüddîn Sübkî’nin şöhreti, bütün İslâm memleketlerine ulaşmıştır. Fetvâ husûsunda zamanının en büyük mercii idi. Muhtelif İslâm memleketlerinden kendisine fetvâlar sorulurdu. O da bu fetvâlara gerekli cevapları bildirirdi. İbn-i Sübkî, talak ve Resûl-i ekremin ( aleyhisselâm ) kabr-i şerîflerini ziyâret mes’elesinde İbn-i Teymiyye’ye cevaplar verdi. Eserleri: Tâcüddîn Sübkî, çeşitli ilimlere dâir birçok eser yazdı. Bunlardan ba’zıları şunlardır: 1- Ehâdîsü ref-il-yedeyn, 2- El-Eşbâh ven-nezâir fil-fürûi, 3- Evdah-ül-mesâlik, 4-Telâyin-ül-ahkâm fî tahlîl-il-hâid, 5- Terdhu tashîh-il-hılâf, 6- Terşih-üt tevşîh fî usûl-il-fıkıh, 7- Tevşîh-ut-tashîh, 8- Cüz’ün fit-Tâkîn, 9- Celeb Haleb, 10- Cem-ül-Cevâmi fî usûl-il-fıkh: İbn-i Sübkî, bu eserini takriben yüz eserden toplamıştır. Muhtasar-ı İbn-i Hâcib ile Minhâc’a yaptığı şerhlerin özü ve hülâsası ile yaptığı ba’zı açıklamaları ihtivâ etmektedir. Birkaç mukaddime ile, yedi bölümden meydana gelmiştir. 11- Ref-ül-Hâcib an şerhi muhtasar-i İbn-i Hâcib fil-usûl, 12- Ref-ül-havbe fî vad-it-tevbe, 13- Es-Seyf-ül-meşhûr fî şerhi akîdet-i Ebû Mensûr el-Mâtürîdî, 14- Şerh-ül-Minhâc-il-vüsûl ilâ ilm-il-usûl lil-Beydâvî, 15- El-Fetâvâ, 16- Kavâidüddîn ve umdet-ül-muvahhidîn, 17- Mûsânnetün fî ilm-il-Elgâz, 18- Muîd-ün-niam ve mübîn-ün-nikam, 19- Menâkıb-iş-Şeyh Ebû Bekr bin Kavvâm, 20- Men’ül-Mevâni, 21- Tabakât-üş-Şâfiiyye es-sugrâ vel-vustâ vel-kübrâ: İbn-i Sübkî’nin en meşhûr ve en kıymetli eserleridir. Tabakât-üş-Şâfiiyyet-ül-kübrâ’sı ile insanlara çok güzel Arabca bir İslâm ansiklopedisi sunmuştu. Tâcüddîn Sübkî, bu eserin hazırlığına küçüklüğünde başlamıştı. Âlimlere dâir haberleri çok sever, onları toplardı. Âlimlerle alâkalı bir hâdiseye rastladığı zaman, o hâdise üzerinde derin olarak düşünür, hâdiseyi iyice inceler, ondan pekçok tecrübeler ve bilgiler edinirdi. İbn-i Sübkî, bütün bilgi ve tecrübelerini bu eserinde yazdı. Bu kitabında, ba’zan derin ve ince ilmî mes’elelere, ba’zan edebî mevzûlara ve şiirlere, ba’zan hadîs-i şerîflere ve hadîs ilmine, ba’zan fıkıh ve kelâm ilmine, ba’zan tasavvufa, ba’zan târihî hâdiselere ve daha başka çeşitli mevzûlara temas etti. Tabakât-üş-Şâfiiyye kitabı bir mukaddime ile, İslâm âlimlerinin yedi tabakasını ihtivâ eder. Her tabakada bir asrın (yüz senenin) meşhûr âlimlerinin hâl tercümeleri anlatılmaktadır, İbn-i Sübkî, mukaddimede muhtelif mevzûlardan bahsetmektedir. Hadîs ilmi, hadîs ricali ve nahiv ile ilgili mes’eleleri ele alıp, inceledi. Kelâm ilmine temas edip, şiire girdi. Şiir rivâyeti, yazılması, söylenmesine ve dinlenmesine dâir âlimlerin görüşlerini bildirdi. Resûlullah efendimizin ( aleyhisselâm ) huzûrunda okunan ve Eshâb-ı Kirâmdan bildirilen, İslâm âlimleri ve büyük zâtlardan şiir yazmağa, söylemeğe ve dinlemeğe dâir bizzat İmâm-ı Şafiî’den rivâyet edilen şeyleri nakletti. İbn-i Sübkî, Tabakât-üş-Şâfiiyye’nin mukaddimesine; Besmele, Allahü teâlâya hamd ve Resûlullah efendimize ( aleyhisselâm ) salât ile başlar. Sonra, amellere ne ile başlanacağına dâir hadîs-i şerîfleri bildirip, bu mevzûyu iyice beyân ettikten sonra; “Bismillâhirrahmânirrahîm, âlimlerin tabakalarını, sultanların taclarına üstün kılan Allahü teâlâya hamd olsun” der. Allahü teâlâdan başka ilâh olmadığı ve Peygamber efendimizin ( aleyhisselâm ) Allahü teâlânın kulu ve Resûlü olduğuna dâir hadîs-i şerîfleri de zikrettikten sonra; “Ben şehâdet ederim ki, Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. O’nun ortağı yoktur. Bunun böyle olduğuna şeksiz ve şüphesiz şehâdet ederim. Yine şehâdet ederim ki, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm, Allahü teâlânın kulu ve Resûlüdür. O takvâda rehber, insanlara yol gösteren bir nûrdur” diye yazmaktadır. Sonra Resûlullaha ( aleyhisselâm ) salât ve selâm ile ilgili hadîs-i şerîfleri bildirdikten sonra, salât ve selâm ile ilgili geniş bilgi vermektedir. Daha sonra; “Allahü teâlânın rahmeti, Resûlullah efendimize, O’nun âline ve O’nun Eshâbına (radıyallahü anhüm) ve diğer Nebiler ve Resûllere (aleyhimüsselâm) olsun. Onlar kalbleri tedâvî etmektedirler” demektedir. Sonra Kureyş’in ve Kureyş âlimlerinin faziletlerine dâir hadîs-i şerîfleri bildirmektedir. İbn-i Sübkî, bütün bunlardan sonra; “Emmâ ba’du (gelelim mevzûmuza)” ifâdesi ile esas mevzûya, bu kitabını yazma sebebine ve bu kitabında ta’kib ettiği metodunu anlatmaya geçmeden; “Emmâ ba’du” ifâdesine dâir hadîs-i şerîf ve haberleri bildirir. İbn-i Sübkî, bu kitabını; hadîs, fıkıh, târih, edebiyat ve çeşitli fâide ve incelikleri, nükteleri ihtivâ eden bir kitap olarak görmekte, burada; âlimlerin hayâtını, hakkını vererek, hadîs ve edebiyat âlimlerinin metodu üzere anlatacağız, akılları hayrette bırakan nükteleri bildireceğiz” demektedir. Tâcüddîn Sübkî, bu kitapdan en mühim maksadının ne olduğunu şöyle anlatır: “Bizim en büyük maksadımız, her âlimin hayâtını anlatmayı bitirdikten sonra veya âlimlerin hayâtını anlatırken, hayâtını anlattığımız zât, yalnız Mısır değil, bütün dünyâda meşhûr bir âlim ise, onun duyulmamış ve kıymetli bir eseri varsa, ondan fâideli veya garip, dikkat çekici mevzûlarını yazıyoruz. Eğer eseri az ve ondan yazılacak çok fazla birşey olmazsa veya hiç olmazsa, ondan fâideli birşey yazmak için gayret gösteriyoruz. Ba’zan bir âlim, fıkıhla çok meşgûl oluyor, fakat ondan nakledilecek garip ve mühim olarak yazılacak birşey bulunmayabilir. O zaman ondan, fıkıh ilminin hâricinde, hadîs veya başka bir ilme dâir fâideli bir mes’ele naklediyoruz. Ba’zan da bir âlim, fıkıh hâricinde başka bir ilimle fazla meşgûl olmamış oluyor. Fakat biz, durumun îcâbettirmesine göre, ondan fıkıh ilmi ile ilgili veya o zâta münâsip düşecek başka birşey naklediyoruz. Eğer bu söylediğimiz şekilde yazacak birşey bulamazsak, onun hayâtını, hiç olmazsa, bir hikâye, şiir veya duyulmamış bir fâideyi yazmaya çalışıyoruz.” Fakat İbn-i Sübkî, ba’zı âlimlerin hayatlarını anlatırken, bu dediklerinden hiçbirini bulamamış, o zâtın ismi unutulmasın diye, hayâtı hakkında biraz bilgi vermiştir. Tâcüddîn Sübkî, her tabakayı Mu’cem harflerine göre tertîb etti. Önce Ahmed ve Muhammed isimli âlimlerden başlamıştır. Tabakât-ı Vustâ ve Tabakât-ı Sugrâ’sında da aynı şekilde yapmıştır. Bu üç Tabakât kitabının hangisinin önce yazıldığı mes’elesi hakkında, Muhammed Sâdık Hüseyn, “El-Beyt-üs-Sübkî” isimli eserinde şöyle yazmaktadır “Tâcüddîn Sübkî, Tabakât kitaplarını kısım kısım olarak yazdı. Tabakât’ını önce muhtasar, sonra geniş olarak yazdı. “Gerçek olan şudur ki; İbn-i Sübkî, Tabakât-ı Vustâ’nın yazma bir parçasında şöyle demektedir: “Bu eseri, Dımeşk’da 754 (m. 1353) senesinde Zilka’de ayının yirmiüçüncü gecesinde bitirdim.” Hâlbuki Tâcüddîn Sübkî, Tabakât-ı Kübrâ’nın (Tabakât-üş-Şâfiiyye) te’lîfini 766 (m. 1364) senesinde bitirmiştir. Tabakât-ı Sugrâ’yı ise ne zaman bitirdiği bilinmemekle beraber, Tabakât-ı Vustâ’dan önce yazmıştır.