--Eğer bir tutku, gönül akışı insanda doğa vergisi olarak yoksa ya da insanın niyet etmesinin ötesinde yaşamın kendisi tarafından gelişmemişse, insan salt irade gücüyle tutku denilen şeyi yaratamaz; öte yandan eğer tutku, gönül akaşı, heves yoksa, hiçbir şey olması gerektiği gibi olmaz.
--Ne sandın ya, senin olduğu gibi benimde iradem var; ben de birtakım manevralar yaptım, üstelik senden daha kötü de değildim. Ama doğallıkla ve kendiliğinden değil de, düşünce taşına, görev duygusuyla, irade zoruyla yapılan şeyleirn yaşarlığı olmuyor. Bu yolla bir şeyi ancak öldürmek, yok etmek mümkündür -tıpkı senin kendine yaptığın gibi- yaşamak, canlandırmak değil...
--Bu her zaman böyledir. Bir insanda, karşısındakine ille de bir şeyler arayıp bulma hevesi uyanmaya görsün, o insanın her davranışında, her sözünde kesinlikle aradığı şeyi hem de fazlasıyla bulur. İsterse ortada aradığı şeye ilişkin en ufak bir izi olmasın, o apaçık izler görür...
--Öyle insanlar vardır ki, bir olay onlar için özü yönüyle değil, kendilerini genel bir takım düşüncelere saldığı için önem kazanır; yani onları olayın kendisi değil, olayın yarattığı düşünceler daha çok etkiler. Eğer bu tip bir insanda bir de mükemmel bir zeka varsa: Herkesçe benimsenmiş düşünceleri değiştiren bir düşünür, eskiden filozof denen insanlardan biri olur çıkar... bir de akıldan yana biraz yoksulsalar, duygusuz denebilecek ölçüde ağırkanlı, uyuşuk oluyorlar. Ortalama bir zekaya sahip olan insanlar ise oturup kendi kendilerine düşünme eğilimindedirler, hayal kurmayı severler, sakin bir yaşam ararlar.