...felsefe, kavramlarla, fikirlerle oynanan, öğretilerle karşıdakileri mat etmeye yarayan bir satranç değildir. Felsefe akımları kişiye
yaşama biçimleri, dünya görüşleri öneren, onu kendine bir yön seçmek, yaşam karşısındaki tavrını belirlemek, erdemlerini, görevlerini, amaçlarını saptamak sorunuyla karşı karşıya getiren çağrılardır. İnsanın kendisi üzerinde, çevresi yöresi üzerinde, karşılaştığı sorunlar üzerinde düşünüp, aydınlığa varması, bu çağrılara kulak verip, doğruyu, iyiyi, sağlamı aramasıyla olmuştur, olacaktır hep.
Sayfa 6 - Çağdaş yayınları Aralık 1977 İstanbulKitabı okudu
Sosyalist kurarn insan yaşamının bütün yönlerine ışık tutmayı amaçlayan bilim için yöntem, felsefe için sorunlara bakış tarzı, yaşanan hayat için bir dünya görüşü ve bir ilkeler düzeni sağlayan geniş ve derin kapsamlı, karmaşık bir kurarndır ve kendi içerisinde de ayrıca bir birlik ve bütünlük taşımaktadır. Onu kolay kavranır, kolay aktarılır bir hale getirmek için basitleştirdiğimizde ve şemalaştırdığımızda, madde madde özetleyip, formüllere, sloganıara döktüğümüzde, bunu ancak öğretim ya da propaganda amacıyla yaptığımızın bilincinde olmamız gerekir. Yoksa, düşünce tarihinin en zengin, en insan özekli öğretileriden birini, en bağnaz, en insana yabancı, en yoksul bir hale getirmemiz işten değildir.
İnsan değer yaratan ve değerlendirebilen
varlıktır. Tür olarak, toplum olarak, sınıf olarak ve birey olarak her çağda, yapısı gereği taşıdığı olanaklan farklı biçimlerde ve ölçülerde gerçekleştiregelmiştir. Kendini gerçekleştirmek için giriştiği etkinliklerin süreci, tarihsel bir mücadele ve savaş sürecidir. Gerekli olan, bu savaşı anlamlandırmak, bilinçlendirmek ve yöneltmektir. İnsanın özünü gerçekleştirmesi davasına inanmaktır hümanizm. Bu savaşa katılmaktır. İnsanın değerlerine sahip çıkabilmesi ve hep gelişen, ilerleyen bir akış içerisinde yaratıcılık işlevini kendisiyle birlikte sürdürebilmesi, insanın insan olmasının ve insanca yaşamasının koşuludur. Hümanistsek, sorunumuz bu olmalıdır.
Hümanizm kuru kuruya bir insan sevgisi,
seçilmemiş, herhangi bir insana ya da tüm insanlığa karşı duyulan gözü kapalı bir sevgi demek olamaz. Böyle bir yorumu anlamak güçtür. Çünkü sevgi bir değer değil, bir yaşantıdır. Yaşantılar ise öznel ve her insan tekine özgü kalan birer kezlik süreçler olduğundan genelleştirilip yaygınlaştınlmaları olanaksızdır. Demek ki dilimizdeki 'insancıllık' sözcüğü ile karşılandığında, böylesi temelsiz yorumlayışlara ve duygusal saplantılara daha bir rahatlık kazandıran hümanizm kavramını romantiklikten ve içeriksizlikten sıyırmak için başka kavramlarla temellendirmek gerekecektir. Bu yapılmadıkça insanı temele alan dünya görüşlerinin, hümanizm adına eksenlerinden kaydırılıp, doğrultularının saptınlması yanılgısı tekrarlanacaktır. İnsan sadece sevilecek ve sevilip bırakılacak mıdır? Ne için sevileceği ve sevilince ne yapılması gerektiği bilinçlendirilmedikçe hümanizm, hümanizm olmaktan çıkar.
Oysa gerçek, yaşayan, insanlara baktığımızda gördüğümüz; insanın yaratılıştan özgür değil, tam tersine yaradılıştan birtakım güçlerin tutsağı olduğudur. İnsan bağımlıdır. Önce kendi bedensel ve ruhsal yapısının, sonra dış doğanın yasalarının, toplum yasalarının tutsağıdır. Bu kölelikten ancak kendi savaşımıyla kurtulur ve bağımlı olduğu yasaları bilerek; kendini, doğayı, en
genel anlamıyla dünyasını tanıyarak ve dönüştürerek, aklıyla özgürlüğünü elde eder. Özgürlük bir veri değil, özgürleşme sürecinin türlü aşarnalarına verilecek addır. Özgürleşme sürecinin başlaması da bilinçlenme ile eşzamandır. İnsan hangi belirleyicilere bağımlı olduğunu bilmediği sürece o belirleyicilerin kölesi durumundadır. Köleliğin bilincine varıp da durumunu değiştirme savaşımına giriştiği anda özgürleşme sürecine de girmiş olur. İşte Spinoza'nm «insan köleliğinin farkına vardığı ölçüde özgürdür» demesi, Hegel'in "Zorunluluk anlaşılınadığı sürece kördür" sözü ve Marx'ın özgürlüğü zorunluluğun bilinmesi olarak tanımlaması hep bu gerçeği dile getirmektir