Yüzümde bir nokta seğiriyor. İnce fakat güçlü bir iple yukarı doğru çekiliyor etim. Görünmeyen bir kanca, kalınlığı olmayan bir ip. Kuklacı nerede, diye yukarı bakıyorum, içim acı bir alayla dolu. Sabah ezanlarını hep mi severdim? Ses ışığa dönüşür sabahları. Kuklacı cevap vermez. Asla. Kimseyle konuşmayan bir Yaratıcı mümkün mü? Bunları yazmıştım kâğıtlara. Çok önceleri. İşte hepsi burada... Kuklacı ipimi geriyor. Gülümsemeye çalışıyorum, acıyor. Bu da bir nevi vahiy.
Zamanla bildiğin her şeyi unutsan da, zihnin en sevdiklerini en sevdiğin halleriyle kazır beynine ve o kazıma işlemi ölüme dek devam eder yoksa batıverirsin o gemiyle, kaptanı olsan bile. Çocuğunu en sevdiğin haliyle kazır, resim yaparken misal daha 6 yaşında, şimdi çokça yaş almış olsa da. Ya da eşini, vişneçürüğü berjerde ayağında yün çoraplarıyla. Asla bozulmaz o görüntü adını bile unutsan, hatta yüzünü aynada...
Demans hastası birinin yaşantısına tanık olan biri dolduruverir kitaptaki o boşlukları kolayca...
Hatta biraz daha kolay olabilir onun yerine koyabilmek kendini, zihninin bulanıklığını keşfederek, haliyle biraz da acıyla...
Ben kitabı çok sevdim...
Anneannemi de çok severdim...
NisyanMurat Gülsoy · Can Yayınları · 2016261 okunma
.
Birilerinin gelmesini bekliyorum. Arka planda bitmeyen bir uğultu gibi bu bekleyiş. Yorucu. Hayat birilerinin eksikliği olarak çoğalıyor. Zaman geçmiyor, boşluk çoğalıyor sadece.
.