Başkaları için yenilik olabilecek bir şey, benim için geçen zamanla, temcit pilavına döndü. Hatta daha da kötüsüne, hayatım boyunca söylediğim birkaç aklı başında sözün, netice itibariyle, hiçbir öneminin olmayışının kesinliği ağzımı acılaştırıyor. Peki, neden önemli olmalıydılar? Kovanın içindeki arıların vızıltısının anlamı nedir? Birbirleriyle iletişim kurmalarına mı yarar? Yoksa yalnızca bir doğa efekti, önceden bilinci ya da niyeti olmadan, bir elma ağacının verdiği elmaları birinin gelip yiyip yemeyeceğini dert etmemesi gibi, sadece hayatta olmanın bir sonucu mudur? Ya biz? Terlememizle konuşmamızın nedeni aynı mı? Öylesine mi? Ter buharlaşır, yıkanır, yok olur, er ya da geç bulutlara varır. Ya sözler? Onlar nereye gider? Kaçı kalır? Ne kadar süre? Ve, nihayet, ne için?
Hataları kendi evimizde besliyoruz, ancak gezegenin altı milyar sakininin bedensel ve ruhsal hastalıklarını tedavi edecek evrensel bir devanın mucitleriymişiz gibi davranıyoruz.
Dünya hali dediğimiz şey, kaçınılmaz şekilde bir zamanlar genç olmuş yaşlılardan, gün gelip yaşlı olacak gençlerden, genç olmayan ve henüz yaşlı da olmayan biz bahtsız insanlığın hali.