Korkularımız çoğu zaman dışarıdan gelmiyor, içimizden geliyor. Dışarıdan gelen bütün korkularımızın temelinde köleliklerimiz var. Bunlara ancak içimizdeki gerçek özgürlükle karşı durabilirken, ya içimizde köleleşmişse?
İngilizlerin mütarekede, İngilizlerin Halifelik'ten yana oldukları yalanını ortaya çıkaran en büyük delil, İstanbul'un sonuna kadar askeri baskı altında tutulması, buna karşılık Ankara'dakilere hiçbir İngiliz asker baskısı gösterilmemesidir.
Abdülhamit'i Mithat Paşa'ya tercih eden İngiliz siyasetinin, Mustafa Kemal Paşa'yı Vahdettine tercih ettiğini söylemek de gene pek aşırı bir görüş olamaz. Nitekim, Anadolu Savaşı'nın belli başlı dönemeçlerinde ve dayanaklarında çok önemli birer İngiliz ajanının bulunması da rastlantılarla açıklanamaz. İngilizler bilhassa askeri olaylarda, Kurtuluş savaşçılarına hiçbir yerde esaslı bir zorluk çıkarmamışlar, her yerde silah atmadan geri çekilmişler, sonra da öne Fransızları sürerek Kurtuluş hareketinin İstanbul'a karşı meşruluğunu müttefikleri arkasından kabul etmişlerdir.
Görülüyor ki 1800'den bu yana Osmanlılık önce birçok parçalarını kaybetmiş sonunda yıkılmıştır. Bu süre içinde bütün canlarını veren padişahlarla politikacıların hayatlarının bir yerinde İngiliz düşmanlarıyla işbirliği yapmaya kalkmalarının birer rastlama olmadığını söylemek aşırı bir iddia olamaz.
Mütareke devri, Osmanlılık da İngiliz siyasetinin büsbütün açığa vurulduğu, yüze çıktığı devirdir. İngilizler bu devirde önce Vahdettinle oynamaya kalkmışlar, Tevfik Paşa'yı bunadığı halde iktidara getirmişler, sonra Vahdettine karşı Al'i Osman sülalesinin artık, dağılmış İmparatorlukta, anavatan denilen Anadolu halklarının Osmanlılığa karşı duyduğu alerjiyi de göz önüne alarak bu halkları tutamayacaklarını görüp Mustafa Kemal'i tutmayı uygun bulmuşlardır. Bu dönüş İngiliz siyasetine, bir yeni Yunan Zaferi karşılığında Musul'u ve diğer İngiliz çıkarlarını kazandırdığı gibi, İkinci Cihan Savaşı'nda Türkiye tarafsızlığını da kazandırmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu gibi Batı sisteminden geri kalmış ülkelerde emperyalistlerle güdülecek siyasette -şeytanla bir çuvala girmekteki tehlikede- canını kaybetmek, belaların en küçüğü, hatta birincisidir.
Abdülaziz İngiliz siyasetine karşı şantaj olarak Rus siyaseti ile çıkmak istemenin cezasını, belki de Üçüncü Selim gibi bir parçada Menderes gibi canıyla ödemiştir.
Osmanlılarca bütün Avrupa bir tek devlet sayılıyordu. Osmanlıların Avrupalıları ayrı siyaset güden ayrı devletler saymaları, her birine ayrı ayrı elçi yollamaya başladıkları zamanın görüşüdür. Yani bu görüşe geldikten sonra Osmanlılar ayrı devletlere ayrı elçiler yollamak lüzumunu duymuşlardır.