"Biliyoruz," dedi Will. "Ama komuta çadırına gölge yolculuk yapmayı düşünüyorsan, derhal vazgeç."
Nico dik dik ona baktı. "Pardon?"
Will'in irkileceğini ya da bakışlarını yere çevireceğini sandı. Çoğu kişi öyle yapardı. Ama Will'in masmavi gözleri başka yöne çevrilmedi. Sinir bozacak derecede kararlı gözüküyordu.
"Ne kadar şapşalsın," dedi Will. "Umarım Melez Kampı'ndan gitme saçmalığından gitmek saçmalığından vazgeçmişsindir."
"Ben... Evet. Yani, kalıyorum."
"Güzel. Şapşal olabilirsin ama salak değilmişsin."
"Benimle nasıl böyle konuşabiliyorsun? Zombilerle iskeletleri çağırabildiğimi bilmiyor musun?
"Şu anda, bir gölge birikintisine dönüşmeden bir lades kemiği bile çağıramazsın di Angelo," dedi Will. "Sana söylemiştim, artık Yeraltı Dünyası'na ait numaralar yok. Doktorun emri.
Will kaşlarını çattı. "Hey, düşmanları gözetliyoruz. Birtakım önlemler aldık."
"Siyah giyinmişsiniz," dedi Nico. "Az sonra, şafak sökecek. Suratınızı boyamışsınız ama sarı saçlarını gizlememişsin. Hani, sarı bir bayrak sallasan da olur."
"Burası Propylon." Yıkık sütunları olan taşlı bir yolu işaret etti. "Olimpik vadinin ana kapılarından biri."
"Moloz yığını!" dedi Leo.
"Şurada da..." Frank bir Meksika restoranının verandası gibi görünen kare biçimli alanı işret etti. "...Hera'nın Tapınağı var; buradaki en eaki yapılardan biri."
"Bu da moloz yığını!" dedi Leo.
"Şu daire biçimli orkestra alanına benzeyen yerse, Makedonyalı Philip'e adanan Philipeon."
"Daha çok moloz yığını! Hem de birinci sınıf!"
Asla öyle duygusal birisi olmamıştı ama içinden pelerinini Nico'nun omuzlarına örtmek, onu sıkı sıkı sarmak geçiyordu. Kendi kendini azarladı. Nico bir savaş arkadaşıydı, küçük erkek kardeşi değil.