Orta Doğu'da Türk Askeri Varlığının İlk Zuhuru

Zekeriya Kitapçı

Orta Doğu'da Türk Askeri Varlığının İlk Zuhuru Sözleri ve Alıntıları

Orta Doğu'da Türk Askeri Varlığının İlk Zuhuru sözleri ve alıntılarını, Orta Doğu'da Türk Askeri Varlığının İlk Zuhuru kitap alıntılarını, Orta Doğu'da Türk Askeri Varlığının İlk Zuhuru en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Türkler Kudüs'e gelince bir akşam bütün sokakları tutmuşlar ve daha sonra da birliğin komutanı geceleyin gözü pek bir kaç Türkü alarak Haris'in kapısını çalmış ve Allah'ın peygamberi (?) ile görüşme isteğinde bulunmuştur. Onun bu isteği pek tabiî olarak reddedilmiştir. O zaman daha ziyade Ferganeli olan üstelik henüz Arapça dahi bilmeyen bu Türkler içeriye dalmışlar ve Haris'i derhal yakalayarak Komutanlarının önüne getirmişlerdir. Zavallı adam kendisini kıskıvrak yakalayan Türklere karşı (bizim Bektaşiler gibi) Kuranın bir ayetini okuyarak şöyle diyordu:"De ki, eğer ben Haktan sapmışsam bu sapıklığımın günahı kendi nefsime aittir." Türkler adamın bu yoldaki demagojisine pek önem vermemişler ve: "-O, bizim Kuranımızdan bir ayettir. Sen gerçek Peygamber isen kendi Kuranından oku!'' demişlerdir. Sonra durum Halifeye bildirilmiş ve neticede bu yalancı peygamberin boynu Türkler tarafından uçurularak cesedi bir dere kenarına asılmıştır Bütün bu açıklamalar, Türklerin daha Emevilerin kuruluşunu müteakib yıllarda Halifenin yakın çevresine kadar ulaştıklarını göstermektedir. Ancak mesele sadece bu değildir. Onlar son derece sâf ve samımı bir müslüman olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Sayfa 34 - Türk Araştırmaları VakfıKitabı okudu
El-Mu'tasım'ın, diğer bir çok Abbasi halifelerinde gördüğümüz gibi, ana tarafından Türk olması, Türklerle düşüp kalkması ve çok küçük yaşlarından beri Türk çevrelerinde yetişmiş olmasıdır. O, çevresinde daima Türk asıllı köleler bulundurmuş ve güvenliğini bu Türkler sağlamışlardır. Nitekim El-Kindi El-Mu'tasımin daha halife olmadan önce Mısır'a yaptığı bir seferinde etrafındaki 4000 Türk'le birlikte geldiğini kaydetmektedir. (H. 213/828). Şüphesiz bunda yani El-Mutasım'ın Türklere karşı aşırı bir sevgi ve düşkünlük göstermesinde anasının Türk olmasının da önemli tesirleri olmuştur. Mâride iri yapılı, cüsseli, heybetli olan oğlu El-Mu'tasım'ı Türk örf ve adetlerine göre yetiştirmiştir. Bilindiği gibi Abbasi halifelerinden Harun Er-Reşid'in sarayında Türk asıllı cariyeler de olmak üzere, çeşitli ırklara mensup binlerce cariye bulunmakta idi. Kaynaklarda bunların sayılarının 4000 civarında olduğu bildirilmektedir. Bu cariyeler içinde en ilginçlerinden biri de Maride idi. Soğdiana'dan (Semerkant Türk bölgesi) gelen ve Türk asıllı olan Maride belkide Harun Er-Reşid'in en fazla hoşlandığı cariyelerden biri idi. Nitekim İbnel-Mu'tezzin bildirdiğine göre, bir defasında aralarında vaki olan kırgınlık sebebiyle ondan bir kaç gün ayrı kalan Harun Er-Reşid, ona olan aşkı yüzünden nerede ise ölecek hale gelmişti. İşte El-Mu'tasım'ı dünyaya getiren bu cariye olduğu gibi, onun yetişme ve terbiyesiyle de bu cariye meşgul olmuştur.
Sayfa 73 - Türk Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Reklam
Hilâfet ordusunun Türkleşmesi, büyük ölçüde El-Mu'tasım'ın hilâfet makamına geçmesiyle mümkün olmuştur. Gerçekte El-Mu'tasım o günkü şartlara göre, halife olmasına imkan yoktu. Başta Harun Er-Reşid, Mâride adındaki bir Türk cariyesinden doğma bu şehzadesini hilâfete lâyık görmemiştir. Diğer oğullarından el-Emin, el-Memun, ve el-Mu'tem'in kendisinin ölümünden sonra sırasıyla halife olmalarını ahdetmiş ve bu ahdini Kâbe'nin duvarlarına astırmıştı. Buna sebepde kanaatımıza göre el-Mu'tasım'ın kendi şartlarına göre yetişmesi bedeni ve zihni yetenekleri bakımından daha ziyade Türk asıllı dayılarına çekmiş olmasıdır. O ilimle beraber eğitilen, öğretilen saray entrikalarının dışında kalmış idi. Nitekim El-Mu'tasım'ın bu özelliğini çok ince bir şekilde ifade eden Es-Süyütî şöyle demektedir: "Harun Er-Reşīd oğlu El-Mutasım'ın halife olmasını hiç bir zaman istememişti. Buna sebep de onun ümmi olması idi. Fakat (talih ona yardım etti,) Cenabı Hak onu (diğer kardeşlerine) üstün kıldı, kendisi de halife oldu. Üstelik ondan sonra halife olanlar bütün bu El-Mutasım'ın zürriyetinden geldiler. Artık Er-Reşid'in diğer evlatlarından hiç biri halife olmadı."
Sayfa 72 - Türk Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Daha ilk devirlerden itibaren büyük ölçüde Abbasi halifelerinin destek ve himayesine mazhar olan Türklerin zamanla Abbasi toplumunda varlık ve nüfuzları çok derin boyutlara ulaşmıştır. O kadar ki Abbasi halifelerinin iktidarda kalmaları hatta hayatları tamamen bu Türklerin insaf ve merhametine kalmıştı. Onlar istediklerini halife ilân ediyor, dilediklerini azl ediyor ve yerine hiç bir çevreden mukavemet görmeden bir başkasını hilâfet makamına getirebiliyorlardı. Artık halifeler, tamamen bu Türk askeri aristokratlarının arzu ve temayüllerine göre hareket eder olmuşlardır. Nitekim Türklerin Abbasi toplumunda ulaşmış oldukları bu kudret ve saltanattan acı acı yakınan bir Arap şairi aynen şöyle demektedir: "Artık Türkler her şeye sahib ve malik oldular, diğer bütün insanlar onların sözünü dinlemek ve kendilerine baş eğmekten başka yapacak bir şeyleri kalmadı."
Sayfa 44 - Türk Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Şerifü's-Såde el-Belhi'ye aid olan bu beyitlerde Türkler hakkında şöyle denilmektedir: "Bütün insanları bırak artık Türklere (dön, onlara) uy! Zira, onlar kırda ve şehirde (bedevi ve medeni) yaşayan insanların hep efendisi olmuşlardır. Onlar zamanın hem acısını hem de tatlısını tatmışlar, darlık ve bolluğunu görmüş insanlardır. Hem onlara göre acılık (meşakkat sevilecek bir şeydir. Mahzende yıllanan acılaşan şarabın sevildiği gibi)." Bu devirlerde Türk askerî varlığı ve Türk kahramanlığı bir dereceye kadar paralara, meskûkâta kadar yansımıştır. Nitekim Abbasi halifelerinden er- Razî Billah döneminde bastırılan dirhemlerin bir yüzünde Beçkem adındaki Türk komutanının pür silâh bir sureti resmi nakşedilmiştir. El-Mesüdi'nin, bildirdiğine göre Ebü'l-Hasan el-Arizî, (Halife er-Razînin hocasıdır), bu dinar ve dirhemlere Beçkem'in suretinin etrafına şu şiirin yazılmış olduğunu rivayet etmektedir: "Bütün ululuklar iyi bil ki en büyük komutan içindir. O da insanların ulusu Beçkem'dir."
Sayfa 18 - Türk Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Bağdad'a bu şekilde başlayan Türk akını gittikçe süratlenmiş ve El-Mu'tasım'ın çevresinde binlerce Türk toplanmıştır. Bu Türkler Divanül-Ceyş'e kaydedildiği gibi, onlara muntazam aylık maaşlar bağlanmış, hatta bazı imtiyazlarda verilmişti. Bu imtiyazlar Türkleri daha da teşvik etmiş ve on binlerce Türk Bağdad'a gelmişlerdir. El-Mu'tasım bu Türklere çok büyük önem veriyordu. Onların kanlarının bile bozulmamasını istemiş bunun içinde Türk muhitlerinde güzel endamlı kızlar getirterek onların özbeöz bu Türk kızları ile evlendirmiş ayrıca bu kızlara aylık maaşlar vermiştir. Türklerin bu kızlardan ayrılmaları ve gayrı Türk bir kadınla evlenmeleri yasaklanmıştı.
Sayfa 76 - Türk Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Reklam
Gerçekte, Kuteybe, Horasana geldikten sonra Nizak Tarhan'ın ne kadar güçlü ve kuvvetli bir hükümdar bir komutan olduğunu anlamakta gecikmedi. Onun Kuteybe ile münasebetleri belki ayrı bir inceleme konusudur. Fakat Kuteybe bu hususta çok daha akıllıca davranmış, Onu karşısına alacağı yerde yanına maiyyetine almıştır. Bu cümleden olmak üzere Kuteybe önce ona İslâm dinini telkin etmiştir. Daha sonra, Müslüman olan ve Arapların olgun ve müessir kişiliğinden dolayı kendisine Ebelheyyc -harb ve darb görmüş kişi- lakabının taktıkları bu Türk generalini çevresindeki subay ve askerleri ile bir kendi saflarına katılmaya çağırmış ve onun bilgi ve tecrübesinden geniş ölçüde yararlanmıştır. Böylece Nizak Tarhan maiyyetinde bulunan Türk askerleri ile birlikte Arap orduların da çarpışan ilk Türk generali oluyordu.
Sayfa 38 - Türk Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Gerçekte Arapları Türklerden yararlanmaya ve onlardan mevâli dedikleri yeni ordu birlikleri oluşturmaya iten bir çok sebepler vardır. Bir kere Araplar ana ikmal merkezlerinden çok uzaklaşmış bulunuyorlardı. Harp cephelerinin genişlemesi ve çok uzaklara taşınması bir çok defa Hz. Ömeri bile endişelendirmişti. Üstelik çok değişik bir coğrafya ve başka bir iklimde ve çok daha cesur bir milletle çarpışan Araplar, mahalli Türk Hanları ile yaptıkları harplerde ağır zayiatlar veriyorlardı. Bu ise ordunun erimesi ve zayıflaması demekti. Ayrıca onlara yeni takviye güçlerinin gönderilmesi çok zaman aldığı gibi pek de kolay olmuyordu.Hatta bazı hallerde bu imkânsızdı. Bu bakımdan mevcut ordunun zamanla yorulması ve yıpranması hatta harp edemez bir hale gelmesi nerede ise kaçınılmaz bir akıbet olacaktı.
Sayfa 35 - Türk Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Şu bir gerçektir ki; Emevîler iktidara geldikten sonra başlatılan fetih hareketleri sonucu imparatorluğun doğudaki hudutları sür'atle gelişmeye başlamıştır. Araplar bu ilk hamlelerinde, ta ilk çağlardan beri genellikle Arîlerle-Turanîler arasında geleneksel bir sınır olarak kabul edilen Ceyhun Nehri'ne kadar ulaşmışlar, ve Türklere komşu olmuşlardır. Bu sürekli temaslar ve sonunda bir kan ve ateş kasırgası haline gelen harpler neticesinde Araplar Türklerin cesur, askerlik sanat ve mesleğine vâkıf, son derece sağlam karakterli, güçlü kuvvetli kimseler olduklarını görmüşlerdir.
Sayfa 19 - Türk Araştırmaları VakfıKitabı okudu
El-Memun, Tahir b,El-Hüseyin komutasında Bağdad'a sevk ettiği ordunun öncüleri olan Türklerin Bağdad sokaklarında yalın kılınç nasıl at koşturduklarını tasvir eden el-Hureymi bir şiirinde şöyle demektedir; "O, (kâbuslu günlerde) Bağdat çarşılarında kınından sıyrılmış kılınçlar (nasılda havada) şakırdıyordu, görmedin mi ki? Sokaklarında ise Türkler, ellerinde kılınçlarıyla koşturuyor,atları kişniyor ve şaha kalkıyordu."
Sayfa 11 - Türk Araştırmaları VakfıKitabı okudu
80 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.